Your browser does not support SVG!

blog

Taşıma Sözleşmesine Aykırılık İddiasına Dayalı Cezai Şart İstemi Üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı İncelemesi

I. Olayın Özeti

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına[1] konu olan uyuşmazlık, taraflar arasında yapılan taşıma sözleşmesinde asıl taşıyıcının üstlendiği kişileri taşıyan alt taşıyıcının sözleşmenin bitiminden itibaren iki yıl süre ile taşıyamayacağını, aksi halde 10.000 TL ceza koşulu ödeyeceği yönünde yapılan sözleşmenin feshi sonrası, asıl taşıyıcının, alt taşıyıcının sözleşmeye aykırı davrandığı iddiasıyla ceza koşulu olan 10.000TL’yi alt taşıyıcıdan tahsili için dava açmasından ibarettir.

II. Çözümü Gereken Hukuki Problem

            Çözümü gereken hukuki problem, gerek Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin gerekse Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun üzerinde durduğu gibi taşıma sözleşmesindeki ceza koşulu hükmün, hukuka ve ahlȃka aykırı olduğu gerekçesiyle geçersiz sayılıp sayılmayacağıdır.

III. Mercilerin Çözümü

            Olaydaki merciler; İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’dur.

A. İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Kararı

            Davacı vekilinin, müvekkili ile davalı arasında servis taşımacılığı konusunda taşıma sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmede, davalının müvekkili adına taşımasını üstlendiği kişileri sözleşmenin bitiminden itibaren 2 yıl süre ile taşıyamayacağının, aksi halde 10.000 TL ceza koşulunun ödeneceğinin kararlaştırılmasına rağmen davalının, sözleşmeye aykırı olarak müvekkili adına taşımasını üstlendiği kişileri sözleşmenin feshinden sonra da kendi adına taşımaya devam ettiğini iddia ederek, 10.000 TL. ceza koşulunun davalıdan tahsilini talep ettiği, davalının da sözleşmedeki imzanın kendisine ait olmadığı ile ceza koşulunun geçerli olmadığı yönünde yaptığı savunmadan ibaret olan davada İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi, davayı kabul etmiştir[2]. Bunun üzerine davalı vekili kararı temyiz etmiştir.

B. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Kararı

            Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, uyuşamazlık konusundaki sözleşmedeki ceza koşulunun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın “Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti” başlığı altında düzenlenen 48 ve devamı maddelerinde, herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olduğu ve Türk Borçlar Kanunun 26. maddesinin tarafların, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebileceklerini fakat 27. madde uyarınca Kanunun emredici hükümlerine, ahlȃka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin hükümsüzlük yaptırımına sahip olacağını dolayısıyla sözleşmenin taraflarının, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve ceza koşulunun miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğunun söylenemeyeceğini belirtmiştir. Buna göre 11. Hukuk Dairesi, davalının imzaladığı sözleşmede düzenlenen ceza koşulunun yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve ilkelere aykırı olduğundan geçersiz olduğunu belirterek ilk derece mahkemesince, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmadığını belirterek kararı bozmuştur.

            İlk derece mahkemesi, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin bozma kararına karşı önceki kararında direnmiş ve bu direnme kararının davalı tarafça temyizi üzerine dosya, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelmiştir.

C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kararı

            Hukuk Genel Kurulu, taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin ceza koşulunu düzenleyen 16. maddesindeki “Bu sözleşmeyi imzalamış olan taşeron araç sahibi iş bu sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden 2 ( iki ) yıl içerisinde, gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında "Ö..." adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemez. Taşeron araç sahibi herhangi bir şekilde bahse konu şahıs ve firmaların taşımasını üstlendiği takdirde, Ö...' e 10.000,00 TL ceza koşulu ödemeyi şimdiden kayıtsız şartsız kabul ve taahhüt etmektedir. İşbu sözleşmenin süresinin bitimi veya tarafların sözleşmeyi fesh veya sona erme tarihinden itibaren 2 ( iki ) yıl müddetle geçerli ve tarafları bağlar” hükmüne dayanarak, sözleşmenin bu haliyle taşıma piyasasının parsellenmesi sonucunu doğuracak şekilde davacı tarafın çalışma ve sözleşme hürriyetini ortadan kaldıran bir “kelepçeleme” düzenlemesi olduğunu ve yapılan işin niteliği gereği davacının ticari sırrı olarak vasıflandırılabilecek bir durumun da bulunmadığını, sözleşmenin anılan hükmünün haksız rekabeti önlemeye yönelik bir düzenleme olarak kabulünün dahi mümkün bulunmadığını kabul etmiş ve 11. Hukuk Dairesi’nin bozma nedenine katılarak taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin 16. maddesinde düzenlenen ceza koşulu hükmünün geçersiz sayılması gerektiğine hükmetmiştir.

IV. Değerlendirme ve Görüşümüz

Tespiti gerekli hususlara paralel bir şekilde, biz de öncelikle uyuşmazlık konusu tarafların yaptığı sözleşmenin hukuki niteliğinin ne olduğu ve devamında, tarafların sözleşmeye koydukları ceza koşulu, sözleşme özgürlüğü ve kelepçeleme sözleşmeleri kavramları üzerinde açıklamalar yapacağız.

A. Yolcu Taşıma Sözleşmesi

            Taşıyıcının, yolcuyu ücret karşılığında bir yerden bir yere taşımayı üstlendiği sözleşme olan taşıma sözleşmesi[3], bir tarafın ücret vermeyi, diğer tarafın ise bunun karşılığında yolcu veya eşya taşımayı üstlendiği tam iki tarafa borç yükleyen sinallagmatik bir sözleşmedir. Taşıma sözleşmesinin kurulması bakımından Türk Ticaret Kanunu’nda[4] herhangi bir geçerlilik şartı aranmadığı gibi, taşıma senedi düzenlenmesi zorunluluğu da yoktur. Taşıma, motorlu taşıtlar ile yapılabileceği gibi binek hayvanları vasıtasıyla da yapılabilir. Taşıtın kime ait olduğu önemli olmadığı gibi taşınan aracın ya da binek hayvanının mülkiyeti taşıyıcıya ait olabileceği gibi bunun kiralanmış ya da herhangi bir hukuki ilişki ile taşıma işleminde kullanılmak üzere taşıyıcının zilyetliğinde bulunması yeterlidir.

Yolcu ile taşıma sözleşmesini yapan akdi taşıyıcının, taşımanın bir kısmı ya da tamamı için taşıma işinin icrasını kendi aralarındaki bir sözleşme ya da başka bir sebebe binaen devrettiği, asıl taşıma sözleşmesinin tarafı olmayan TTK m.888 uyarınca “fiili taşıyıcı” niteliğinde olan üçüncü kişinin taşıyıcı olması mümkündür[5].

            Taşıyıcı, kendi nam ve hesabına üstlendiği taşıma işini şahsen yerine getirmeyip, kendi adına ve hesabına yapacağı başka taşıma sözleşmeleri ile alt taşıyıcılara devretme hakkı bulunmaktadır[6]. Dolayısıyla taşıyıcı, kendi nam ve hesabına yapacağı taşıma sözleşmeleri ile üstlenmiş olduğu taşıma işini kısmen veya tamamen alt taşıyıcılara bırakabilir. Taşıyıcı bu konuda yapacağı sözleşmeler ile devrettiği taşıma işinin mesuliyetinden kurtulmamakta, gönderene karşı taşımanın tümünden sorumlu olmaya devam etmektedir[7].

            Yukarıdaki açıklamalardan hareketle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına konu olan sözleşmede, davacı taşıyıcının kendi nam ve hesabına yapacağı taşıyıcı sözleşmesi ile üstlenmiş olduğu taşıma işini davalı alt taşıyıcıya bıraktığı bir taşıma sözleşmesinin olduğu sonucuna varabiliriz.

B. Sözleşme Özgürlüğü

            Sözleşme özgürlüğü, sözleşmenin kurulması ve koşullarının saptanmasında kişilerin özgür iradeleriyle karar verebilme serbestîsini ifade etmektedir[8]. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, sözleşme özgürlüğünden bahsedilebilmesi, öncelikle irade özgürlüğünün varlığını zorunlu kılmaktadır.

            Sözleşme özgürlüğüne göre kişi, hiçbir dış baskı veya zorlama olmadan tamamen kendi özgür iradesi ile bir sözleşme kurabilmeli ve aynı şekilde bir sözleşme kurma teklifini reddedebilmelidir. Bu şekildeki bir özgürlük, sözleşme yapma ya da yapmama özgürlüğü olarak nitelendirilmekte ve sözleşme özgürlüğünün kapsamı içerisinde değerlendirilmektedir. Sözleşme kurma konusunda kişilere tanınan özgürlük, sözleşmenin karşı tarafını seçme özgürlüğünü de zorunlu kılmaktadır. Sözleşmenin karşı tarafını seçme özgürlüğü, sözleşme özgürlüğünün kapsamı içerisinde değerlendirilen bir başka özgürlüktür.

            Yukarıda sayılan özgürlüklere ek olarak, sözleşme özgürlüğü taraflara sözleşmenin konusunu ve koşullarını da seçme özgürlüğü tanımıştır. Kural olarak, taraflar sözleşmenin konusunu ve koşullarını serbestçe seçme özgürlüğüne sahiptirler. Başka bir ifade ile kanunda düzenlenmiş olan ya da düzenlenmediği halde taraflarca kabul edilen bir sözleşme ile taraflar kural olarak istedikleri konuda sözleşme yapma ve istedikleri gibi sözleşmenin konusunu seçme özgürlüğüne sahiptirler[9].

            Bu kuralın genel istisnasını Türk Borçlar Kanununun[10] 26. maddesi oluşturmaktadır. TBK m.26 “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler” şeklinde düzenlenerek tarafların sözleşmelerini “kanunda öngörülen” sınırlar içerisinde serbestçe belirlemelerini ifade etmektedir. Söz konusu sınırlar, TBK m.27’de de belirtildiği üzere sözleşmelerin konusunun imkansız olmaması ve hukuka, ahlȃka, kamu düzenine veya kişilik haklarına aykırı olarak düzenlenememesidir[11].

            Türk Borçlar Kanununun 27. maddesindeki kural, sözleşmelerin konusunun sınırlarını çizmesinin yanında aynı zamanda sözleşmelerin koşullarını da kapsamaktadır. Buna göre,  ceza koşulu gibi sözleşmenin koşullarını oluşturan hususlar da hukuka, ahlȃka, kamu düzenine veya kişilik haklarına aykırı olamayacaktır[12].

C. Kelepçeleme Sözleşmeleri

            Türk hukukunda yeni bir kavram olan kelepçeleme sözleşmeleri, sözleşmede belirlenen hükümler sebebiyle sözleşme taraflarından birinin, ekonomik özgürlüğünün genel ahlȃka aykırı sayılacak kadar aşırı derece sınırlanması ve bu sebeple diğer tarafın keyfine tabi olur hale gelinen sözleşmelerdir[13].

            Yukarıda yer verdiğimiz tanımdan da anlaşılacağı üzere kelepçeleme sözleşmelerindeki en önemli nokta, kişinin ekonomik özgürlüğü ve geleceğinin aşırı biçimde sınırlanması ve ekonomik hareket yeteneğinin neredeyse kalmamasıdır. Başka bir ifade ile “kelepçeleme” kavramının merkezini ekonomik özgürlük ve ekonomik gelecek planlarının ciddi şekilde zedelenmesi teşkil etmektedir. Buna göre kelepçeleme sözleşmelerinin meydana gelmesi için iki ana kriter mevcuttur. Bunlar; Hukuk Genel Kurulu’nun da kararında belirttiği gibi ekonomik özgürlüğün ya da varlığın tehlikeye girmesi ve sözleşmenin süresidir[14].

1. Ekonomik Özgürlüğün veya Varlığının Tehlikeye Girmesi

            Kelepçeleme sözleşmelerinin en temel kriteri olan ekonomik özgürlüğün veya varlığın tehlikeye girmesi konusunun anlaşılabilmesi için öncelikle “ekonomik özgürlük” kavramı ve bu kavram ile doğrudan bağlantılı olan ekonomik olarak bağımlılık ile kastedilenin ne olduğuna bakılması gerekir.

            Kelepçeleme sözleşmeleri bakımından ekonomik özgürlükler kişinin ekonomik olarak yaşam faaliyetlerini hiç kimseye ihtiyaç duymadan devam ettirebilecek refah seviyesine sahip olmayı ifade etmektedir[15]. Başka bir ifade ile kelepçeleme sözleşmeleri ile kişiler, ekonomik geleceğini belirleme özgürlüğünü kaybetmekte ve bu yetkilerini sözleşmenin karşı tarafına devretmektedirler. Buna ek olarak, ekonomik özgürlük, ekonomik amaca ulaşmak ve bunu gerçekleştirmek için gerekli araçları kullanma anlamında rekabet edebilme özgürlüğünü de içine almaktadır. Dolayısıyla, aşırı ölçüde rekabet etmeme yasakları içeren sözleşmeler de, kişinin ekonomik özgürlüğünü önemli ölçüde ortadan kaldırdığı ve tehlikeye attığı için kelepçeleme sözleşmelerinin genel ahlȃka da aykırı muhtemeldir[16]. Fakat borçlunun yaptığı sözleşme ile birtakım ihtiyaçlarından vazgeçmesi, onun hayatını başka alanlarda sürdürme imkânını ortadan kaldırmadıkça kelepçeleme sözleşmeleri oluşturmadığının da altının çizilmesi gerekir[17].

            Sözleşme taraflarından birinin ekonomik özgürlüğünü ve varlığını aşırı ölçüde kaybetmesi genellikle, onun, diğer tarafa ekonomik olarak bağımlı hale gelmesiyle gerçekleşir. Söz konusu sonuç, kişinin doğrudan diğer tarafın emrine tabi hale gelmesi şeklinde gerçekleşebileceği gibi, karşı tarafla yapmış olduğu sözleşme sonucu ekonomik özgürlüğünü gerçekleştirmek üzere yeni hukuki işlemler yapma kabiliyetinin kaybolması şeklinde de vücut bulabilir[18]. Fakat ne olursa olsun bahsedilen ekonomik bağımlılığın, genel ahlȃka aykırı boyutta olması gerekir[19]. Buna ek olarak, kişinin sözleşmede ekonomik olarak diğer tarafa bağımlı hale gelmesi, sözleşmenin bir bütün olarak ele alınması yoluyla tespit edilmelidir[20].

2. Süre

            Kelepçeleme sözleşmelerinin varlığını tespitteki ikinci kriter, taraflar arasındaki sözleşme süresinin uzunluğudur[21].  Bir sözleşmenin süresinin uzun olması, kelepçeleme halinin varlığına delil teşkil etmekle birlikte, tek başına da yeterli olmayabilir. Bu durum her somut olaydaki sözleşmeye göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

            Sürekli borç ilişkisi doğuran sözleşmelerde uzun sürenin ayrı bir konumu bulunmakta ve buna bağlı olarak kelepçeleme sözleşmeleri ortaya çıkması muhtemeldir. Uzun süreli sözleşmelerin kelepçeleme sözleşmeleri olma sonucunu meydana gelebilmesi için, taraflardan birinin ekonomik özgürlüğü aşırı derecede sınırlamalı ve diğer tarafa bağımlı hale gelmelidir[22]. Fakat sözleşmenin uzun süreye sahip olması kelepçeleme sözleşmeleri açısından tek başına yeterli olmasa da önemli bir kriterdir.

            Bir sözleşmenin kelepçeleme teşkil edecek anlamda uzun olması ile ne kadar sürenin kastedildiğini belirtmemiz de yarar vardır. Amaca uygun biçimde kelepçeleme sözleşmeleri, belirli süre tayin edilmemiş ve belirli bir süre tayin edilmiş sözleşmeler biçiminde genel bir ayrıma tabi tutulabilir. Zaman olarak sınırlandırılmamış, başka bir deyişle belirli bir süre tayin edilmemiş sözleşmelerin geçerliliği konusunda kanunda bir yasak bulunmamakla birlikte söz konusu tipteki sözleşmeler de kelepçeleme sözleşmelerinin asgari şartlarını taşıyorlarsa genel ahlȃka aykırı ve geçersizdir[23].

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen ve inceleme konumuz olan somut olaydaki belli bir süre tayin edilmek suretiyle uzun süreli sözleşmelerin de yapılmasına kural olarak herhangi bir engel bulunmamaktadır. Fakat uzun süre kriterine bağlı olarak kelepçeleme sözleşmelerinin oluşması, sözleşmenin tipine ve somut olayın özel şartlarına bağlıdır. Bu özel şartlardan uygulamada en sık karşılananı sözleşmenin fesih imkânının bulunmaması ya da önemli ölçüde kısıtlanmasıdır[24].  Gerçekten de, bir sözleşmede fesih imkânı önemli ölçüde kısıtlanmamışsa, taraflardan biri kendisi için ağır bir yükümlülük getiren ve onu karşı tarafa bağımlı hale sokan sözleşmeden kurtulma hakkına sahiptir. Böyle bir hakkın olduğu yerde ise, kelepçeleme sebebiyle sözleşmenin geçersiz kılınmasına gerek kalmaz[25].

D. Kelepçeleme Sözleşmelerinin Temeli: Ahlȃka Aykırılık

            Kanunlarda ahlâka yapılan atıf, her bir kişinin ahlâk anlayışına değil, belli bir toplumda ve belli bir zamanda var olan, asgarî düzeydeki ahlâk anlayışına yapılmıştır. Bu ahlâk anlayışı ise doktrinde kabul edildiği üzere belli bir toplumda genel olarak kabul görmüş adap ve görgü kurallarına ve yine o toplumdaki ahlâk anlayışına ve değer yargılarına aykırılık olan “genel ahlâk”tır[26].

            İnceleme konumuz açısından genel ahlȃkı kişinin şahsi ve ekonomik özgürlüğünü kabul edilemeyecek derecede sınırlayan sözleşmeler açısından değerlendirdiğimizde, esasen her sözleşme taraflardan en az birini borç altına sokar ve böylece kişinin özgürlüğünü kısıtlamakta olduğu fakat burada söz konusu hususun, bir üst maddedeki önemli hususlar hariç kalmak üzere, özgürlüğün genel ahlâka aykırılık teşkil edecek boyutta aşırı derece kısıtlanması olduğu karşımıza çıkmaktadır. Özgürlüğün hangi hallerde aşırı derecede sınırlanmış sayılıp sayılamayacağını peşinen bir takım kıstaslara bağlayarak kolayca çözmek mümkün değildir. Bu sebeple, her sözleşmeyi ayrı ayrı incelemek, tarafların ne kadar bir süre için ve hangi ölçüde yükümlülük altına girdikleri, sözleşmenin diğer tarafına ne boyutta bağlı hale geldikleri tarzda bir takım kıstaslara göre tespit yapmak gereklidir[27]. Dolayısıyla  ahlȃka aykırılık, incelediğimiz karara da yansıdığı gibi kişinin şahsî ve ekonomik özgürlükler içinde yer alan ekonomik özgürlüğü kabul edilemeyecek derecede sınırlayan hükümler içeren  “kelepçeleme sözleşmelerinin”  özünü oluşturmakta ve her kelepçeleme hükmü ayrı ayrı şekilde ele alınmalıdır. Örneğin kararlaştırılan cezaî şart, kişinin ekonomik yıkımına sebep olacak boyutta olması halinde söz konusu şart ahlȃka aykırı olacaktır[28].

            Genel ahlâka aykırılığın tespiti yapılırken, tarafların ya da hâkimin sübjektif görüşü değil, orta zekâlı, dürüst ve makûl kimselerin ortalama düşünce ve telakkileri esas alınmalıdır[29]. Genel ahlâka aykırı olan sözleşmeler, TBK.m.27 anlamında hükümsüzdür[30].

E. Kelepçeleme Sözleşmelerinin Uygulama Alanı: Rekabet Yasağı Kaydı

             Kelepçeleme sözleşmelerinin en sık görüldüğü alanlardan biri de rekabet yasaklarıdır[31]. Aynı alanda iş yapan kimselerin birbirleri ile hukuka aykırı olarak yarışa girememesi, belirli kimselerin birbirleriyle rekabet etmelerinin yasaklanması anlamına rekabet etme yasağı[32], sözleşmelerde yer alan “şart” şeklinde olabileceği gibi, bağımsız sözleşmelere de konu olabilmektedir[33].

            Rekabet yasağının temelinde yükümlülük altına giren tarafın, iştigal ettiği işin iç yüzünü bilmesi ve o işle ilgili sırlara vakıf olması, tecrübe edinmesi ve müşteri çevresini bilmesi yatmaktadır. İşte rekabet etme yasağı sözleşmesi ile o kimsenin bu sır, bilgi, tecrübe ve müşteri çevresi gibi birikimlerini rakip bir işletmede veya kendisinin kurduğu bir işletmede diğer tarafın aleyhine kullanmasının önüne geçilmek istenmektedir[34]. Ancak bu türden yapılan anlaşmalar, o kişinin de meslekî, ticarî veya sanat faaliyeti yapma özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Bundan dolayı birbirine karşıt olan menfaatlerin bir şekilde denkleştirilmesi ve dengede tutulması için değerlendirme kriteri olarak ilişkinin esasına başvurulması gerekmektedir. Dolayısıyla kelepçeleme sözleşmelerinin oluşup oluşmadığını tespitte, yükümlülük sebebiyle kişinin ekonomik geleceğinin, meslekî ve ticarî faaliyet özgürlüğünün ne kadar zedelendiği özellikle araştırılmalıdır. Aynı zamanda rekabet etmeme yükümlülüğü altında olan kişinin elde ettiği menfaatleri ile yüklendiği edim ölçülmeli ve değerlendirilmelidir. Yükümlülük altına giren kişinin elde ettiği menfaatin özel bir önemi vardır. Buna göre ne kadar menfaat elde edilirse o kadar rekabet yasağı makûl karşılanabilir. Başka bir deyişle, edimler arasındaki uygunsuzluk ve oransızlık kelepçeleme sözleşmelerinin varlığını kabulde önemli bir etkendir[35].

            Kanun koyucu, kişinin korunmasını sağlamak amacıyla, sözleşme özgürlüğü ilkesini sınırlandırarak rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli bir şekilde kurulabilmesi için bazı şartlar aramıştır. Rekabet yasağı sözleşmesinin kuruluş şartları TBK m.444 ’de düzenlenmiştir. Bunlar; bir sözleşmesinin bulunması, kişinin müşterileri tanımasından veya iş sırlarını bilmesinden dolayı işverene önemli bir zarar vermesi ihtimalinin olması, sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve sözleşmenin yapıldığı sırada işçinin reşit olmasıdır[36]. Geçerli bir rekabet yasağı sözleşmesinden söz edebilmek için bu koşulların hepsinin bir arada olması gerekir. Rekabet yasağı sözleşmenin geçerliliği için bulunması zorunlu olan bu koşullara ilişkin hükümler emredici niteliktedir ve bu koşullardan herhangi birinin bulunmaması halinde sözleşme hükümsüz olur[37].

Rekabet yasağı sözleşmesiyle içinin rekabet etmeme borcunun yer, zaman veya işin türü bakımından sınırlı olarak kararlaştırılması gerekir. Bu hususa Türk Borçlar Kanunu md. 445’de yer verilmiştir. Zira söz konusu düzenlemeye göre, “rekabet yasağı, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer, zaman ve işlerin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremez”. Hükümden de anlaşılacağı üzere rekabet yasağı süre, yer ve konu bakımından sınırlandırılabilir[38].

Rekabet yasağının süre bakımından sınırlandırılmasına baktığımızda TBK m.455/I uyarınca rekabet yasağının süresi, özel durum ve koşullar dışında iki yılı aşamamaktadır. Rekabet yasağının geçerli olabilmesi için yasağın sadece süre bakımından değil aynı zamanda yer bakımından da sınırlandırılmış olması gerekir.

F. Kelepçeleme Sözleşmelerine Sebep Olan Hal: Ceza Koşulu

            Borçlunun alacaklıya karşı mevcut bir borcunu hiç veya gereği gibi ifa etmemesi halinde, ödemeyi veya yerine getirmeyi taahhüt ettiği edim olan ceza koşulu[39], borçlunun ekonomik özgürlüğünü aşırı derece sınırlaması sebebiyle kelepçeleme sözleşmelerinin meydana gelmesine sebep olabilir.

            Asıl borcun varlığına bağlı olarak ortaya çıkan ceza koşulunun temel hedefi, borçlunun borca uygun davranmasını sağlamaktır. Amacın bu olmasından dolayı her türlü sözleşmede ceza koşulunun kararlaştırılması mümkündür. Uygulamada özellikle ekonomik değeri yüksek edimler ihtiva eden sözleşmelerde ceza koşuluna yaygın biçimde rastlanılmaktadır. Hemen belirtelim ki, asıl borca bağlı olmasından dolayı ceza koşulu fer’i nitelikte olup, asıl borca tabidir[40]. Başka bir ifadeyle asıl borç geçersiz veya imkânsız ise ceza koşulu da geçersizdir.

            Ceza koşulunun geçerli olarak meydana gelebilmesi için üç unsurun da bir arada bulunması gerekir. Bunlar; bir asıl borcun mevcut olması, asıl borcun yanında ayrı ve bağımsız bir edim olan ceza koşulunun bulunması ve bu ikisi arasında asıl borç-fer’i borç ilişkisinin bulunmasıdır[41].

1. Ceza Koşulunun Türleri

Ceza koşulu; ifa yerine istenebilecek (seçimlik), ifayla birlikte istenebilecek ve ifayı engelleyen ceza koşulu (dönme cezası) olmak üzere üç türlü ortaya çıkabilir. Kanun koyucu, sözleşmede bunlardan hangisinin kararlaştırıldığı belirtilmediği hallerde, ifa yerine (seçimlik) ceza koşulunun kabul edildiğini varsaymıştır (TBK.m.179/I).

a. Seçimlik Ceza Koşulu

Seçimlik ceza koşuluna baktığımızda TBK m.179’da “Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir”. 

Hükümden de anlaşılacağı üzere, taraflar, sözleşmede borçlunun ya borcunu sözleşmeye uygun olarak ifa etmesini ya da ceza koşulunun ödenmesini belirlemiş olabilirler. Buna göre, borçlu borca uygun hareket etmekle yükümlü olup, borca uygun hareket etmediği takdirde kendisini ceza koşulunu ödemesi yaptırımı beklemektedir[42].

Türk Borçlar Kanunun 179. maddesinde hüküm, borçluya borca aykırı davranarak ve böylece ifası gereken edim yerine kararlaştırılan ceza koşulunu ödeyerek borçtan kurtulma olanağı vermemekte ancak borçlu boca aykırı davrandığı takdirde, sözleşmede ceza koşulu kararlaştırılmasına rağmen, alacaklı borçludan aynen ifayı talep edebilme imkanı vermektedir. Buna göre alacaklı, borçlunun borca aykırı davranışı durumunda, aynen ifayı talep edebileceği gibi, bundan vazgeçerek ceza koşulunun ödenmesini talep edebilir[43].

Alacaklı, borca aykırı davranan borçludan aynen ifada bulunmasına ilişkin seçimlik hakkını kullandığında borçlu ifada bulunmak zorundadır ve ceza koşulu ödeyerek borçtan kurtulamamaktadır. Borçlu, buna rağmen aynen ifada bulunmadığında alacaklı, borçlu aleyhine TBK m.112 hükmünden yararlanabileceği gibi temerrüt hükümlerini de kullanabilir[44].

Alacaklı, aynen ifadan vazgeçip ceza koşulu ifasını talep ederse borçlu artık ifada bulunamaz ve bunun yerine ceza koşulunu ifayla yükümlüdür. Bu durumda, alacaklı daha önceden yapılan kısmi ifa varsa bunları iade etmekle yükümlüdür. Alacaklının seçimini ceza koşulu yönünden kullanması, borçlunun borca aykırı davranışı sonucu bir zarara uğradığını ispat etmesi koşuluna bağlı değildir. Başka bir deyişle, ceza koşulu, tazminattan farklı olarak alacaklının zarara uğraması koşulunu gerektirmez[45].

b. İfaya Eklenen Ceza Koşulu

aa. Genel olarak

            Türk Borçlar Kanunun 179. maddesinin ikinci fıkrası “Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir” şeklinde düzenlenmiştir.

            Söz konusu hükme göre, borçlunun borca aykırı davranışı durumunda, alacaklı hem aynen ifayı hem de tarafların kararlaştırdıkları cezanın ödenmesini talep edebilecektir. Seçimlik ceza koşulundan farklı olarak, alacaklı ya aynen ifayı ya da cezayı talep etmek zorunda bırakılmamış olup her ikisini de talep yetkisine sahiptir[46].

            “İfaya eklenen ceza koşulu” ile “götürü tazminat” kavramlarını birbirinden ayırt etmekte yarar vardır.

            Borçlunun borca aykırı hareketi durumunda alacaklının ifaya ek olarak talep ettiği alacak bir ceza koşulu alacağı ise zarar koşulunu gerektirmemekte olup alacaklı borca aykırılık sebebiyle bir zarara uğramasa bile ifaya ek olarak ceza koşulu talep edebilir. Buna karşılık, borçlunun borca aykırı davranışı sonucu alacaklının ifa yanında talep ettiği alacak götürü tazminat ise, zarar koşulunu gerektirecektir. Dolayısıyla götürü tazminat, taraflarca, borçlunun borca aykırı hareketi durumunda alacaklının uğrayacağı muhtemel zararın miktar olarak belirlenmesi durumunda söz konusu olup alacaklı, TBK m.50/I gereği zararın varlığını ve miktarını ispat etmek külfetinden kurtulur[47]. Borçlu da alacaklının, kararlaştırılan zarara uğramadığını veya bu miktarda bir zararının bulunmadığını kanıtlamak zorunda kalır.  Buna göre her ne kadar götürü tazminat, alacaklının zararının varlığını gerektirse de alacaklı zararın varlığını ve miktarını ispat etmek zorunda olmayıp, borçlu bunun aksini ispat etmek zorunda kalacaktır[48]. Buna karşılık ifaya eklenen ceza koşulunda zarar koşulu gerekmeyip alacaklı borçlunun borca aykırı hareketi nedeniyle zarara uğramasa dahi belirlenen ceza koşulunu talep edebilir[49].

            Türk Borçlar Kanunun 179.maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ifaya eklenen ceza koşulu, borca aykırılığın durumuyla sınırlandırılmıştır. Söz konusu sınırlamalar; borcun zamanında ve yerinde ifa edilmemiş olmasıdır. Borcun zamanında ve yerinde ifa edilmemesi durumlarında alacaklının borçludan aynen ifayı talep edebilmesi olanaklıdır[50].

Her ne kadar yukarıda da belirttiğimiz üzere TBK m.179/II’de ifaya eklenen ceza koşulu, borca aykırılığın iki türü ile sınırlı tutulsa da tarafların sözleşmeyle bunun dışındaki borca aykırılık hallerinde de ceza koşulu kararlaştırmaları mümkündür. Örneğin, satıcının teslim ettiği malın çıkması durumunda, alacaklıya ayıpsız olan malın teslim edilmesini ve buna ek olarak bu arada geçen süre için ceza koşulu kararlaştırmaları mümkündür[51].

            TBK m.179/II “..hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça” hükmünü getirerek ifaya eklenen ceza koşulundan vazgeçilmiş sayılmaya ilişkin kural koymuş ve alacaklının iki halde ceza koşulu talep edebilme hakkını kaybedeceğini hükme bağlamıştır. Bunlar; alacaklı, borçlunun zamanında ve yerinde ifada bulunmamasına rağmen borçludan ceza koşulu talep edemeyeceğini açıkça belirtmiş olması ve alacaklının borçlunun ifasını çekincesiz kabul etmiş olmasıdır[52].

bb. Alacaklının, Borçlunun Zamanında ve Yerinde İfada Bulunmamasına Rağmen Borçludan Ceza Koşulu Talep Edemeyeceğini Açıkça Belirtmiş Olması

            Alacaklının söz konusu hakkından vazgeçtiğini kanıtlama yükümlülüğü borçluya ait olup alacaklının ceza koşulundan vazgeçmesi bir haktan feragat niteliğindedir ve borçlunun bu borcu nedeniyle ibra edilmesi olarak değerlendirilebilir[53]. Bu durumda, borçlunun bunu HMK m.200 anlamında belgeyle ispatlaması gerekir[54].

cc. Alacaklı Borçlunun İfasını İhtirazi Kayıt İleri Sürmeden Kabul Etmiş Olması

            Borçlu, yerinde ve zamanında ifada bulunmadığı durumda, alacaklı lehine ceza koşulu talep etme hakkı doğacaktır. Dolayısıyla alacaklı, borçlunun borca aykırı veya sonradan borca uygun ifasını ceza koşulu alacağını saklı tutmadan kabul ederse, bu hakkını kaybedecektir. Alacaklının bu hakkını saklı tutmasının kural olarak herhangi bir şekli mevcut değildir (Devlet ve Kamu ihalelerine tabi işlerde Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi bu konuda şekli koşul aramaktadır)[55].

            Ceza koşulu alacağını saklı tutma beyanı herhangi bir şekle tabi tutulmamış olup alacaklı bunu yazılı ya da sözlü olarak açıklayabilir[56].

            Alacaklı, söz konusu iradesini yazılı ya da sözlü açıklamadığı takdirde ileride ceza koşulu talep edebilme hakkını kaybedecek ve ceza koşulu alacağı bağlı nitelikte bir alacak olması sebebiyle, ifa ile birlikte TBK m.131 gereğince son bulacaktır[57].

c. İfa Yerine Ceza Koşulu (Dönme Cezası)[58]

            Türk Borçlar Kanunun 179. maddesinin üçüncü fıkrası, “Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre borçlunun kararlaştırılan cezayı ödeyerek sözleşmeyi, dönme veya fesih şeklinde sona erdirmeye yetkili olduğu ispat hakkı saklı olup borçlu, alacaklı ile yaptığı sözleşmede isterse sözleşmeden dönmeyi ve alacaklıya sadece belirlenen cezayı ödemeyi kararlaştırabilir. Bu sebeple buna “dönme cezası” denmektedir[59]. Buna göre, borçlu, borca aykırı hareketi bulunmadığı halde, ceza koşulu ödeyerek sözleşmeden dönebilmektedir. Buna ek olarak, seçimlik ceza koşulunda seçim hakkı alacaklıya tanındığı durumda, ifa yerine ceza koşulunda seçim hakkı borçluya aittir. Borçlu ya ifada bulunacak ya da ceza koşulu ödeyecektir[60].

            Borçlunun, ifa yerine geçmek üzere ceza koşulunu ifa ettiğinde sözleşmeden dönebilmesi için bu hakka sahip olduğunu kanıtlaması gerekir. Borçlu, söz konusu hakka sahip olduğunu alacaklı ile yaptığı sözleşmeye dayanarak kanıtlayabilir[61]. Taraflar arasındaki sözleşmede borçluya söz konusu hak tanınmış ise, borçlu borca aykırı davranışı olmadığı halde, ifa yerine ceza koşulu ödeyerek borçtan kurtulabilmektedir.

            Doktrinindeki bir grup yazar tarafından kabul edilmiş olan[62] ve bizim de katıldığımız görüşe göre dönme cezası, aslında gerçek anlamda bir ceza koşulu değildir. Başka bir deyişle, burada asıl alacak ve borcun kuvvetlendirilmesi, teminat altına alınmak suretiyle ifanın sağlanması ve buna göre alacaklının hukuki durumu sağlamlaştırılması değil, tam aksine dilerse cezayı ödemek ve sözleşmeden dönmek veya feshetmek suretiyle borçlunun durumunun kolaylaştırılması söz konusu olmaktadır. Söz konusu fonksiyon sebebiyle dönme cezası cayma parasına benzemektedir[63].

            İfayı engelleyen ceza koşulunun varlığını ispat, bunu iddia eden borçluya aittir. Türk Borçlar Kanunun 446. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca rekabet yasağına aykırılık durumunda ödenecek dönme cezasıyla ilgili bir karine koymuştur. Buna göre, rekabet yasağına aykırı hareket halinde ceza konulmuş ise, işçi kural olarak kararlaştırılan ceza miktarını ödeyerek yasaktan kurtulabilir[64].

d. Karardaki Ceza Koşulu

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık konusu sözleşmedeki ceza koşulu, sözleşmenin 16. maddesinde “Bu sözleşmeyi imzalamış olan taşeron araç sahibi iş bu sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden 2 ( iki ) yıl içerisinde, gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında "Ö..." adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemez. Taşeron araç sahibi herhangi bir şekilde bahse konu şahıs ve firmaların taşımasını üstlendiği takdirde, Ö...' e 10.000,00 TL ceza koşulu ödemeyi şimdiden kayıtsız şartsız kabul ve taahhüt etmektedir. İşbu sözleşmenin süresinin bitimi veya tarafların sözleşmeyi fesh veya sona erme tarihinden itibaren 2 ( iki ) yıl müddetle geçerli ve tarafları bağlar” şeklinde düzenlenmiştir.

            Yukarıda da belirttiğimiz üzere taraflar yazılı bir sözleşme ile rekabet yasağı ve rekabet yasağı kaydına aykırı davranışı cezalandırmak amacıyla bir ceza koşulu koyabilirler. Taraflarda, karardan anlaşılacağı üzere uyuşmazlık konusu sözleşmelerinin 16. maddesinde sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden iki  yıl içerisinde, gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında "Ö..." adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemeyeceğine dair bir rekabet yasağı kaydı koymuşlar ve söz konusu bu rekabet yasağı kaydına aykırılığı cezalandırmak amacıyla da 10.000 TL. ceza koşulu ödemeyi şimdiden kayıtsız şartsız kabul ve taahhüt etmişlerdir. Olaydaki rekabet yasağına aykırılığı cezalandıran para edimi; söz konusu 10.000 TL.’lik para ediminin asıl borç ile asli-fer’i ilişki içerisinde bulunması sebebiyle ceza koşuludur.

            Taraflar arasındaki sözleşmenin 16. maddesindeki ceza koşulu, her ne kadar benzer ceza koşullarının doktrinde bir kısım yazarlar[65] tarafından dönme cezası olduğu savunulsa da, ifaya eklenen ceza koşuludur. Daha geniş bir ifade ile, rekabet yasağına uyma durumu ceza şartla teminat altına alınmışsa hal ve durum icabı ifaya eklenen ceza koşulundan söz edilecektir. Buna göre Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen sözleşmedeki gibi bir rekabet yasağı kaydı, bir yapmama borcu doğurur, rakibin yapmama borcuna hiç veya gereği gibi uymaması halinde karşı tarafın ya ceza koşulu isteyebileceğini ya da sözleşmeye uyulmasını talep edebileceğini düşünmek ceza koşulunun konuluş amacına ters düşer. Buradaki amaç, rekabet yapılmasını ceza koşuluna rakibe baskı kurarak engellemektir. Zaten hiç veya gereği gibi yerine getirilmeyen rekabet hükümlerinin ihlal edilmesi bu amacın yani caydırma amacının başarılı olmadığına işarettir. Bu ihlalden sonra rakibin zaten ceza koşulu öngördüğü ve kabullendiği söylenebilir[66].

 

G. Kelepçeleme Hükümlerine Uygulanacak Hukuki Yaptırım

            Kelepçeleme hükümlerinin genel ahlâka aykırı olduğu ve bu sebeple de bunun yaptırımının kesin hükümsüzlük olduğu, genellikle kabul edilen bir görüştür[67]. Kesin hükümsüzlük ise genel olarak, bir hukukî işlemin, hukuk düzeni tarafından öngörülen geçerlilik şartlarını taşımaması sebebiyle başlangıçtan itibaren hüküm ve sonuç doğurmamasıdır[68]. Ancak kanımızca, kelepçeleme sözleşmelerinin çok geniş biçimde sözleşme tiplerinin birçoğunda farklı boyutlarıyla ortaya çıkmasından dolayı, yaptırım türünün hükümsüzlük çerçevesinde sözleşme tiplerine veya birbirine benzeyen kelepçeleme hallerine bağlı olarak değişebileceğini düşünmekteyiz. Başka bir deyişle kelepçeleme haline ve yaptırımın ağırlığına bağlı olarak hükümsüzlük türlerinden tam hükümsüzlük veya basit kısmî hükümsüzlük ya da değiştirilmiş kısmî hükümsüzlük yaptırımlarından birisinin uygulanması gerekir[69]

Sonuç

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, “davacı tarafın taşıma sözleşmesi yaptığı üçüncü kişilerin, sadece kendisi veya kendisinin izin verdiği alt taşıyıcılar tarafından taşınması, bu kişi ve kurumların başkaları ile sözleşme yapmalarının engellenmesi amacına hizmet ettiği, sözleşmenin bu haliyle iki yıllık bir süre için dahi olsa gelecek taşıma dönemlerindeki ihalelerde davacı taşıyıcının serbest piyasa koşulları içinde kendisine rakip olmasını engellemeye yönelik bir düzenleme olduğu, sözleşmenin bu haliyle taşıma piyasasının parsellenmesi sonucunu doğuracak şekilde davacı tarafın çalışma ve sözleşme hürriyetini ortadan kaldıran bir “kelepçeleme” düzenlemesi olduğu, yapılan işin niteliği gereği davacının ticari sırrı olarak vasıflandırılabilecek bir durumun da bulunmadığı, sözleşmenin anılan hükmünün haksız rekabeti önlemeye yönelik bir düzenleme olarak kabulünün dahi mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir” şeklinde gerekçe göstererek taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin 16. maddesinde düzenlenen ceza koşulu hükmünü geçersiz saymıştır.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere , belli bir toplumda genel olarak kabul görmüş adap ve görgü kurallarına ve yine o toplumdaki ahlâk anlayışına ve değer yargılarına aykırılık olan genel  ahlȃka aykırılık, ilk derece mahkemesi hakimi veya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu üyelerinin subjektif görüşüne göre belirlenmeyip dürüst, makul ve orta zekalı kişiler tarafından belirlenmelidir. Buna göre Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık konusu sözleşmedeki 16. maddeyi, kelepçeleme hükmünde olup olmadığını ve bunun sonucu olarak ahlȃka aykırı olup olmadığını incelerken öncelikle yukarıda bahsettiğimiz ekonomik özgürlüğün veya varlığın tehlikeye girip girmediğini incelememiz gerekir. Gerçekten de davacı ve davalının aralarında yaptıkları sözleşmeye göre sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden 2 yıl içinde davalının gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında davacı adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemeyecektir. Söz konusu hüküm, İstanbul gibi rekabetin hat safhada olduğu bir şehirde[70] sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden belirli bir süre içinde davacı adına taşıma işleri yapılan şahıs veya firmaların taşıma işlerinin yapılmaması davalının servis taşımacılığı konusunda ekonomik geleceğini belirleme özgürlüğünü kaybetmekte ve bu yetkisini sözleşmenin karşı tarafına devretmesi anlamına gelmekte olup bu durum, davalıyı davacıya ekonomik olarak bağımlı hale getirecektir. Buna ek olarak 2 yıllık süre de davalının ekonomik özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamaktadır.

Yukarıda da değindiğimiz üzere kelepçeleme hükümleri, Türk Borçlar Kanunun 27. maddesi uyarınca ahlȃka aykırı olup hükümsüzlük yaptırımına tabidir. Buna göre inceleme konumuz olan sözleşmenin 16. maddesindeki ceza koşulu, davalının ekonomik olarak çöküşünü meydana getireceği ve bu sebeple ahlȃka aykırı olacağı için 16. maddenin hükümsüzlük yaptırımına tabi olması gerektiği yönünde verilen kararlar isabetlidir.

Sonuç olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen sözleşmenin 16. maddesine konulan rekabet yasağı kaydı ve bu kayda eklenen ceza koşulu, sözleşmenin sona ermesi sonrası alt taşıyıcı davalının ekonomik özgürlüğünü kelepçelemesi sebebiyle ahlȃka aykırı olduğunu düşünüyor bu sebeple ilk derece mahkemesinin kararına ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun sözleşme hükmünün genel ahlȃka aykırı olmadığı yönünde oy veren üyelerine katılmıyor, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluk üyelerinin verdiği karara katılıyoruz.

Kaynakça

Adıgüzel, Burak; “Yeni Türk Ticaret Kanununda Fiili Taşıyıcı Kavramı ve Fiili Taşıyıcının Sorumluluğu”, İÜHFM C. LXXI, S. 2, 2013, s.3-20.

Akıncı, Şahin; Borçlar Hukuku Bilgisi, 7. Baskı, Konya 2013.

Arık, Kemal Fikret; Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, Ankara 1964.

Arkan, Sabih; Karada Yapılan Eşya taşımalarında Taşıyıcının Sorumluluğu, Ankara 1982.

Ateş, Derya; Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlȃka Aykırılık, Ankara 2007.

Ayan, Mehmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Konya 2015.

Başpınar, Veysel; “Kişilik Hakkı Açısından Kelepçeleme Sözleşmeleri”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:1, 1999, s.17-34. (Kısaltma: Kelepçeleme)

Başpınar, Veysel; Borç Sözleşmelerinin Kısmi Butlanı, Ankara 1998. (Kısaltma: Kısmi Butlan)

Baştuğ, İrfan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, Manisa 1984.

Cansel, Erol/Özel, Çağlar; “Türk Borçlar Hukukunda Ceza Koşulu”, Prof. Dr. Aydın ZEVKLİLER’e Armağan, Yaşar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (Özel Sayı), 2013,  Sayı:8, s.713-734.

Çelik, Çelik Ahmet; Karayoluyla Yolcu Taşıma; Taşımacının ve Sigortacının Sorumluluğu, İstanbul 2008.

Ekinci, Hüseyin; Doktrin ve Uygulamada Ceza koşulu, Ankara 2004.

Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14. Baskı, Ankara 2012.

Eriş, Gönen, Türk Ticaret Kanunu, C.IV, 2. Baskı, Ankara 2010.

Gökçeoğlu, Kamil Haluk; Ceza koşulu ve Güncel İçtihatlar, İstanbul 2007.

Günay, Cevdet İlhan; Ceza koşulu: (BK m.158-161), Ankara 2002. (Kısaltma: Ceza koşulu)

Günay, Cevdet İlhan; Türk Borçlar Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Ankara 2012. (Kısaltma: Şerh)

Hatemi, Hüseyin/Gökyayla, Emre; Borçlar Hukuku Genel Bölüm, 2. Baskı, İstanbul 2012.

Karagöz, Veli; “Rekabet Yasağı Sözleşmesinde Ceza koşulu”, Erzurum Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XIII, S.1-2, 2009, s.193-216.

Kılıçoğlu, Ahmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Baskı, Ankara 2012.

Kırkbeşoğlu, Nagehan; Türk Özel Hukukunda Kısmi Hükümsüzlük, İstanbul 2011.

Kocaoğlu, Göksal; Türk Özel Hukukunda Ceza koşulu, Ankara 2003.

Kocayusufpaşaoğlu, Necip; Borçlar Hukuku Genel Bölüm, 6. Baskı, İstanbul 2014.

Manav, Eda; “İş Hukukunda Rekabet Yasağı Sözleşmesinin Geçerlilik Koşulları”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı:87, 2010, s.322-364.

Nomer, Haluk; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, İstanbul 2013.

Oğuzman, Kemal/Öz, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt:I, 10. Baskı, İstanbul 2013. (Kısaltma: Cilt I)

Oğuzman, Kemal/Öz, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt: II, 10. Baskı, İstanbul 2013. (Kısaltma: Cilt II)

Oktay, Saibe; “Uzun Süreli Sözleşmelerin Geçerliliği ve Sona Erme Düzeni”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt: LV, Sayı:3, 1997, s.209-234.

Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 2. Baskı, Ankara 2014.

Reisoğlu, Safa; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Baskı, İstanbul 2012.

Sirmen, Lale; “Modern Hukukta Sözleşme Kavramı ve Türk Hukuku”, Hüseyin Cahit Oğuzoğlu’na Armağan, Ankara 1972, s.441-472.

Soyer, Polat; Rekabet Yasağı Sözleşmesi (BK.m.348-352), Ankara 1994.

Sungurbey, İsmet/Kaneti, Selim; Medeni Hukuk Sorunları, Cilt: III, İstanbul 1976.

Süzek, Sarper; İş Hukuku, 10. Baskı, İstanbul 2014.

Şenyüz, Doğan; Borçlar Hukuku: Genel ve Özel Hükümler, 6. Baskı, Bursa 2012.

Tekinay, Selahattin Sulhi/ Burcuoğlu, Haluk/ Akman, Servet/Altop, Atilla; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 1993.

Tiryaki, Murat (2005); Özel Hukuk Alanında Ceza koşulu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ( İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt: I, 3.Baskı, İstanbul 1968. (Kısaltma: Borçlar Genel)

Tunçomağ, Kenan; Türk Hukukunda Ceza koşulu, İstanbul 1963. (Kısaltma: Ceza Koşulu)

Uçar, Salter; Hukukta Ceza koşulu ve Uygulaması, İstanbul 1993.

Ünal, Akın; Kelepçeleme Sözleşmeleri, Ankara 2012.

Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet/ Özdemir, Refet; Türk Borçlar Kanunu Şerhi (Genel- Özel), Ankara 1987.

Zevkliler, Aydın/Ertaş, Şeref/Havutçu, Ayşe/Aydoğdu, Murat/Cumalıoğlu, Emre; Borçlar Hukuku (Genel Hükümler- Özel Borç İlişkileri), 2. Baskı, İzmir 2013.

Zeyneloğlu, Ahmet; Taşıma Hukuku, 2.Baskı, Ankara 1993.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2012/11-1601

K. 2013/752

T. 22.5.2013

• TAŞIMA SÖZLEŞMESİNE AYKIRILIK İDDİASINA DAYALI CEZAİ ŞART İSTEMİ ( Davalının İmzaladığı Sözleşmede Düzenlenen Ceza koşulu Yasal Düzenleme ve İlkelere Aykırı Olduğundan Geçersiz Olup Davanın Reddi Gerektiği )

• CEZAİ ŞART ( Borçlunun İktisaden Mahvına Sebep Olacak Derecede Ağır ve Yüksek İse Adap ve Ahlȃka Aykırı Sayılarak Tamamen veya Kısmen İptal Edilmesi Gerektiği )

• SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ ( Sözleşmenin Tarafları Sözleşme Özgürlüğü İlkesi Çerçevesinde Sözleşmenin Konusunu ve Ceza koşuluın Miktarını Belirlemede Özgür İseler de Bu Özgürlüğün Sınırsız ve Sonsuz Olduğunun Söylenemeyeceği )

• BORÇLUNUN İKTİSADEN MAHVINA SEBEP OLACAK CEZAİ ŞART ( Ağır ve Yüksek İse Adap ve Ahlȃka Aykırı Sayılarak Tamamen veya Kısmen İptal Edilmesi Gerektiği )

818/m.19,20,161

6098/m.26,27

ÖZET : Dava, taşıma sözleşmesine aykırılık iddiasına dayalı ceza koşulu istemine ilişkindir. Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve ceza koşuluın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK'nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir. Ceza koşulu borçlunun iktisaden mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise, adap ve ahlȃka aykırı sayılarak tamamen veya kısmen iptal edilmesi gerekir. Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönülecek olursa, davalının imzaladığı sözleşmede düzenlenen ceza koşulu yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve ilkelere aykırı olduğundan geçersiz olup, buna göre mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 17.11.2009 gün ve 2007/216 E., 2009/363 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 08.12.2011 gün ve 2010/5797 E., 2011/16679 K sayılı ilamı ile;

( ... Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında servis taşımacılığı konusunda taşeron sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmede, davalının müvekkili adına taşımasını üstlendiği kişileri sözleşmenin bitiminden itibaren 2 yıl süre ile taşıyamayacağının, aksi halde 10.000,00 TL ceza koşuluın ödeneceğinin kararlaştırıldığını, davalının sözleşmeye aykırı olarak müvekkili adına taşımasını üstlendiği kişileri sözleşmenin feshinden sonra da kendi adına taşımaya devam ettiğini ileri sürerek, 10.000,00 TL ceza koşuluın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, sözleşmedeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, ceza koşuluın geçerli olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve alınan raporlar doğrultusunda 12.09.2005 tarihli sözleşmedeki imzanın davalıya ait olduğunun ispat edilmiş bulunmasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Dava, taşıma sözleşmesine aykırılık iddiasına dayalı ceza koşulu istemine ilişkindir.

Somut olayda, taraflar arasında imzalanan 12.09.2005 tarihli sözleşmenin 16. maddesine göre “sözleşmenin sona ermesi ya da fesh edilmesini takip eden 2 yıl içinde davalının gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında davacı adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemeyeceği, aksi halde 10.000,00 TL ceza koşuluın ödeneceği” düzenlenmiş olup, davalı tarafından davacı adına taşınan öğrencilerin sözleşmenin feshinden sonra taşınmaya devam edildiği ileri sürülerek, ceza koşuluın tahsili talep edilmiş ve mahkemece yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş ise de, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyet başlığı altında düzenlenen 48 ve devamı maddelerinde herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetin sahip olduğu ve BK.'nun 19. maddesinin ilk fıkrasında, bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği sınır dairesinde serbestçe tayin olunacağı, 2. fıkrasında ise bu serbestinin sınırları gösterilmiş ve 20. maddede de, bir akdin mevzuu gayrimümkün veya gayrimukik yahut ahlȃka ( adaba ) mugayir olursa o akit batıldır hükmü getirilmiştir.

Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve ceza koşuluın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK'nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir. Ceza koşulu borçlunun iktisaden mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise, adap ve ahlȃka aykırı sayılarak tamamen veya kısmen iptal edilmesi gerekir.

Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönülecek olursa, davalının imzaladığı sözleşmede düzenlenen ceza koşulu yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve ilkelere aykırı olduğundan geçersiz olup, buna göre mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, taşıma sözleşmesine aykırılık iddiasına dayalı ceza koşulu istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin 16. maddesinde düzenlenen ceza koşulu hükmünün geçersiz sayılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, Anayasa'nın “Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesi uyarınca herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir.

Mülga, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 19. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye göre de; sözleşmelerin konusu, kanunun gösterdiği sınırlar dairesinde, serbestçe tayin olunabilir ( 6098 sayılı TBK m.26 ).

Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; bu serbestinin sınırları belirlenmiş ve, “Kanunun kat'i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlȃka ( adaba ) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir bulunmadıkça, iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Bu maddeden sonra gelen madde ise; sözleşmenin konusunun gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlȃka ( adaba ) mugayir olması halinde geçersiz olacağı belirtilmiştir ( Mülga BK m.20; TBK m.27 ).

Benzer bir geçersizlik hali de, aynı yasanın 161. maddesinde ceza koşululara ilişkin olarak da öngörülmüştür.

Bu hükümlerin yanı sıra, Türk Medeni Kanunu'nun ( TMK ) 23/2. maddesindeki düzenleme uyarınca da; kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlȃka aykırı olarak sınırlayamaz.

Görüldüğü üzere, mevzuatımızda, sözleşme serbestîsi ilkesi yanı sıra bu özgürlüğün sınırları da belirlenmiş durumdadır.

Bu itibarla, bir sözleşmede yer alan hükümlerin taraflar açısından uygulanabilmesi için bazı kriterlere uygun olması yasal bir zorunluluktur. Bunların başında, sözleşmelerin hukuka aykırı olmaması gelmektedir. Borçlar Kanunu her hukuka aykırılığı değil, "emredici hukuk kurallarına" aykırılığı geçersizlik sebebi saymıştır. Bunun sonucu olarak, bir hukuk kuralı emredici değil, yorumlayıcı ya da tamamlayıcı nitelik taşıyorsa, buna aykırı sözleşme geçersiz sayılmayacaktır. Sözleşmenin emredici hukuk kurallarına aykırı olup olmadığı, bütün hukuk sistemi gözönünde tutulmak suretiyle tayin edilecektir. Bunun sonucu olarak, hukuka aykırılık Ceza Kanunları gibi başkalarının can ve malına zarar verici eylemleri yasaklayan bir kanuna aykırılık şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, özel hukuk niteliğini taşıyan bir Kanunun emredici hükümlerine aykırılık şeklinde de ortaya çıkabilir ( Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 15.Baskı, Ankara, 2012. s.91 ).

Sözleşmenin geçerlilik koşullarından “hukuka uygun olma” koşuluna, "rekabeti sınırlandırıcı anlaşmalar" örnek verilebilir. 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun; rekabetin sınırlandırılmasını, hakim durumun ( egemen olmanın ) kötüye kullanılmasını ve rekabeti sınırlandırıcı anlaşmaları yasaklamıştır ( md. 65 ). Kanun'a göre, mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti önleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu yöndeki karar ve eylemleri hukuka aykırı sayılmıştır ( md.4 ).

Sözleşmeler bazen hukuka değil, ancak ahlȃka uygun olmayabilir. Ahlȃk kuralları, hukuk kurallarından farklı olarak yazılı olmayan kurallardır. Toplumun değer yargıları ve ahlȃk anlayışı bir davranışın ahlȃka uygun olup olmadığını tayin eder. Bu nedenle, ahlȃk kuralları zamandan zamana, toplumdan topluma hatta yöreden yöreye değişirler. Sözleşmenin ahlȃka aykırı olup olmadığı, toplumun ahlȃk anlayışı göz önünde tutulmak suretiyle belirlenebilir ( Kılıçoğlu; a.g.e. S.95 ).

Bahsi geçen ahlȃka aykırı sözleşmelere, ekonomik olarak zayıf ve diğerine muhtaç durumda olan sözleşme tarafının, kendisinden daha güçlü diğer tarafın isteklerini kabul ederek imzalamak zorunda kaldığı sözleşmeler örnek verilebilir. Öğretide kavram birliği olmasa da, bu tür sözleşmelere değişik isimler verilmiştir. Bunlar arasında; “kelepçeleyen sözleşmeler”, “köleleştiren sözleşme”, “cendere sözleşmeleri”, “kımıldamayacak bir surette bağlama sözleşmesi” sayılabilir ( Akın Ünal, Kelepçeleme Sözleşmeleri, Ankara 2012, s.2-5 ).

Somut olaydaki uyuşmazlık, taraflar arasında imzalanan “Taşeron Sözleşmesi” başlıklı sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Bu sözleşmenin ceza koşuluı belirleyen 16. maddesinde “Bu sözleşmeyi imzalamış olan taşeron araç sahibi iş bu sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden 2 ( iki ) yıl içerisinde, gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında "Ö..." adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemez. Taşeron araç sahibi herhangi bir şekilde bahse konu şahıs ve firmaların taşımasını üstlendiği takdirde, Ö...' e 10.000,00 TL ceza koşulu ödemeyi şimdiden kayıtsız şartsız kabul ve taahhüt etmektedir. İşbu sözleşmenin süresinin bitimi veya tarafların sözleşmeyi fesh veya sona erme tarihinden itibaren 2 ( iki ) yıl müddetle geçerli ve tarafları bağlar” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu şekildeki hükmün konulma amacının, yukarıda açıklandığı üzere, taraflardan birisinin ( davalının ) çalışma özgürlüğünü sınırlayan bir hüküm olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu nokta da tespiti gereken, bu sınırlamanın hukuka ve ahlȃka aykırı olup olmadığıdır.

Genel Kurul görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce bu sözleşme hükmünün geçersiz sayılmasını gerektirir bir durumun bulunmadığı, sözleşmenin bu hükmü ile davalının sadece sınırlı süreli olarak belirli sayıdaki davacı müşterileri ile sözleşme yapmasının engellendiği ileri sürülmüş ise de; kurul çoğunluğu tarafından bu görüş kabul edilmemiş ve sözleşmenin bu hükmünün; davacı tarafın taşıma sözleşmesi yaptığı üçüncü kişilerin, sadece kendisi veya kendisinin izin verdiği alt taşıyıcılar tarafından taşınması, bu kişi ve kurumların başkaları ile sözleşme yapmalarının engellenmesi amacına hizmet ettiği, sözleşmenin bu haliyle iki yıllık bir süre için dahi olsa gelecek taşıma dönemlerindeki ihalelerde davacı taşıyıcının serbest piyasa koşulları içinde kendisine rakip olmasını engellemeye yönelik bir düzenleme olduğu, sözleşmenin bu haliyle taşıma piyasasının parsellenmesi sonucunu doğuracak şekilde davacı tarafın çalışma ve sözleşme hürriyetini ortadan kaldıran bir “kelepçeleme” düzenlemesi olduğu, yapılan işin niteliği gereği davacının ticari sırrı olarak vasıflandırılabilecek bir durumun da bulunmadığı, sözleşmenin anılan hükmünün haksız rekabeti önlemeye yönelik bir düzenleme olarak kabulünün dahi mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir.

Bu itibarla, taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin 16. maddesinde düzenlenen ceza koşulu hükmünün geçersiz sayılması gerekir.

O halde; Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/3 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.05.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

 

 

 

 

           

           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] HGK., T.22.5.2013, E.2012/11-1601, K. 2013/752 (Kazancı İçtihat Bankası).

[2] İlk derece mahkemesinin talebi kabul etmesinin nedenleri açıkça yer almamıştır. Ancak incelememizin yoğunlaşacağı nokta bakımından bu bilgilere de sahip olmak zarurî değildir.

[3] Arkan, Sabih; Karada Yapılan Eşya taşımalarında Taşıyıcının Sorumluluğu, Ankara 1982, s.10; Doktrindeki farklı tanımlar için bkz. Çelik, Çelik Ahmet; Karayoluyla Yolcu Taşıma; Taşımacının ve Sigortacının Sorumluluğu, İstanbul 2008, s.30; Zeyneloğlu, Ahmet; Taşıma Hukuku, 2.Baskı, Ankara 1993, s.29; Eriş, Gönen, Türk Ticaret Kanunu, C.IV, 2. Baskı, Ankara 2010, s.5055.

[4] RG., 14.2.2011, S.27846.

[5] Adıgüzel, Burak; “Yeni Türk Ticaret Kanununda Fiili Taşıyıcı Kavramı ve Fiili Taşıyıcının Sorumluluğu”, İÜHFM C. LXXI, S. 2, 2013, s.6.

[6] Arkan, s.104.

[7] Adıgüzel,  s.7.

[8] Kılıçoğlu, Ahmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Baskı, Ankara 2012, s.73; Doktrindeki farklı “Sözleşme özgürlüğü” tanımları için bkz. Baştuğ, İrfan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, Manisa 1984, s.58; Zevkliler, Aydın/Ertaş, Şeref/Havutçu, Ayşe/Aydoğdu, Murat/Cumalıoğlu, Emre; Borçlar Hukuku (Genel Hükümler- Özel Borç İlişkileri), 2. Baskı, İzmir 2013, s.118; s.58; Hatemi, Hüseyin/Gökyayla, Emre; Borçlar Hukuku Genel Bölüm, 2. Baskı, İstanbul 2012, s.58; Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14. Baskı, Ankara 2012, s.17; Tekinay, Selahattin Sulhi/ Burcuoğlu, Haluk/ Akman, Servet/Altop, Atilla; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 1993, s.362; Arpacı, Abülkadir/Hatemi, Hüseyin/Kocayusufpaşaoğlu, Necip/Serozan, Rona;  Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6. Baskı, İstanbul 2014, s.501; Sirmen, Lale; “Modern Hukukta Sözleşme Kavramı ve Türk Hukuku”, Hüseyin Cahit Oğuzoğlu’na Armağan, Ankara 1972, s.446 vd; Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt: I, 3.Baskı, İstanbul 1968, s.155; Ayan, Mehmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Konya 2015, s.7; Oğuzman, Kemal/Öz, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt: I, 10. Baskı, İstanbul 2013, s. 24.

[9] Arpacı/Hatemi/Kocayusufpaşaoğlu/Serozan, s.503.

[10] RG.4.2.2011, S.27836

[11] Kılıçoğlu, s.76; Arpacı/Hatemi/Kocayusufpaşaoğlu/Serozan, s.528.

[12]Kılıçoğlu, s.76.

[13]Ünal, Akın; Kelepçeleme Sözleşmeleri, Ankara 2012; Kelepçeleme sözleşmeleri öğretide farklı şekillerde tanımlanmıştır. SUNGURBEY ve KANETİ, alman imparatorluk mahkemelerinin kararlarından yol çıkarak kelepçeleme sözleşmelerini, “sözleşenlerden birinin diğerini kararlaştıran şartlarda onun iktisadi hürriyetini felce uğratması ve böylece onu ahlȃki bakımdan kınanması gereken bir bağımlılığa düşüren sözleşmeler” şeklinde (Sungurbey, İsmet/Kaneti, Selim; Medeni Hukuk Sorunları, Cilt: III, İstanbul 1976, s.188), BAŞPINAR, “sözleşmede, bir tarafın taahüt ettiği edimlerde, diğer tarafa ahlȃka aykırı biçimde bağlanmasına neden olan sözleşmelere kelepçeleme sözleşmeleri denir” şeklinde, ATEŞ ise kelepçeleme sözleşmelerini ”...borçlunun ekonomik varlığını tehlikeye sokma temeli üzerine kurulmuş tüm taahhütler, genel ahlȃka aykırılık yaratır. Hatta bu anlamda, borçluyu alacaklının sınırsız keyfine tabi kılarak kişilerin hem hareket hem de ekonomik özgürlüklerini aşırı ihlal eden sözleşmeler için doktrinde “cendere sözleşmeleri, kelepçeleme sözleşmeleri veya boğucu sözleşmeler” terimleri kullanılmaktadır” şeklinde açıklarken (Başpınar, Veysel; “Kişilik Hakkı Açısından Kelepçeleme Sözleşmeleri”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:1, 1999, s.21) ARPACI, HATEMİ, KOCAYUSUFPAŞAOĞLU ve SEROZAN “borçlunun, ekonomik varlığının yok olması tehlikesini yaratacak biçimde alacaklının keyfine bağlı tutulması, onun iradesiz bir aleti haline gelmesi gibi şartlar aranmakta ve bu şekilde borçlunun ekonomik faaliyet özgürlüğünün felce uğratılması halinde bir kelepçeleme sözleşmesinden söz edilmektedir” şeklinde açıklamaktadır (Arpacı/Hatemi/Kocayusufpaşaoğlu/Serozan, s.574). EREN, her ne kadar “Kişinin ekonomik hürriyetini aşırı derecede sınırlayan veya ortadan kaldıran, onun ekonomik faaliyetini yok edecek derecede tehklikeye koyan veya karşı tarafın keyf ve arzusuna tabi kılan sözleşmeler de ahlȃka aykırı” diyerek kelepçeleme sözleşmeleri kavramını kullanmamış olsa da yazarın atıf yaptığı yerler dikkate alındığında, kelepçeleme sözleşmelerini kast ettiğinden şüphe etmemek gerekir (Eren, s.292).

[14] Ünal, s.120-121.

[15] Ünal, s.125.

[16] Ünal, s.125.

[17] Başpınar, Kelepçeleme, s.25; Muhakkak her sözleşme, taraflara yüklenen edimler nedeniyle, tarafların bütün özgürlükleriyle birlikte ekonomik özgürlüklerini de az veya çok sınırlamaktadır. Fakat söz konusu sınırlama hiçbir zaman kişinin ekonomik özgürlüğünü ve varlığını tehlikeye düşürecek kapsamda olmamalıdır (Ünal, s.125).

[18] Özel şartlardan bir diğeri de kelepçeleme niteliği taşıyan ceza koşulunun içerdiği sözleşmelerin de etki alanıdır. Konu hakkında örnek Yargıtay kararı için bkz.” …davalının ceza koşulu ödeyeceği öngörülmektedir. Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, her ne kadar madde metninde geçen “ilçe”nin hangi ilçe olduğu belirtilmemiş ise de, tarafların, davacının faaliyet gösterdiği yerin bulunduğu ilçe sınırlarını kastettikleri açık olduğundan mahkemenin bu yöndeki gerekçesine itibar edilemez. Anayasa'nın 48. maddesi uyarınca herkes çalışma hürriyetine sahip olup uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 Sayılı Kanunun 19, 20, 155, 161 ve TMK'nın 23. maddeleri karşısında davalının daha önce çalıştığı ilçede sözleşmenin sona ermesinden sonra 2 yıl süre ile mesleğini icra edememesi bir rekabet etmeme koşulu değil, kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olup” 11. HD., T.13.5.2013, E. 2012/17736, K. 2013/9814 (Kazancı İçtihat Bankası).

[19] Ateş, s. 252; Ünal, s.127

[20] Başpınar, Kelepçeleme, s.25.

[21] Başpınar, Kelepçeleme, s.25.

[22] Ateş, s.244-245; Oktay, s. 222; Ünal, s.132.

[23] Tekinay/ Burcuoğlu/ Akman/Altop, s.392; Ünal, s.133.

[24] Oktay, s.222; Ünal, s.136.

[25] Yargıtay’ın da kelepçeleme sözleşmeleri bakımından “fesih” kriterini kullandığını görürüz. Örnek karar için bkz. “Dava, ceza koşulu bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasında imzalanan sözleşmede “işbu sözleşmenin geçerli olduğu süre ile sözleşmenin taraflarca sona erdirilmesinden itibaren 2 yıl içerisinde müşteri temsilcisi işbu sözleşme çerçevesinde yürüttüğü işe benzer ya da rekabet halinde R. ) Franchise Alan'ın işi ile bir başka şekilde bağlı işi bu sözleşmenin geçerli olduğu ilçe sınırları dahilinde yapamayacaktır” hükmü yer almakta ve maddenin devamında ihlal halinde, davalının ceza koşulu ödeyeceği öngörülmektedir. Anayasa'nın 48. maddesi uyarınca herkes çalışma hürriyetine sahip olup uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 S.K.19, 20, 155, 161 ve TMK'nın 23. maddeleri karşısında davalının daha önce çalıştığı ilçede sözleşmenin sona ermesinden sonra 2 yıl süre ile mesleğini icra edememesi bir rekabet etmeme koşulu değil, kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olup..” 11. HD., T.13.5.2013, E. 2012/17736, K. 2013/9814 (Kazancı İçtihat Bankası).

[26] Ünal, s.81; “Genel ahlȃk”, kavramı konusunda gerek doktrinde gerekse uygulama da farklı tanımlar yapılmıştır. ATEŞ, “Belli yerde ve zamanda o topluma (ya da topluluğa) ait sosyolojik kurallar ile ahlâk kurallarından temel alan, kamusal vicdanda benimsenen; dürüst, namuslu, makûl insanlara ait asgari, soysal ve hukukî ahlâk kurallarıdır” olarak tanımlarken BAŞPINAR, “Genel ahlâk, bir toplumda belli bir zamanda, orta zekâlı, dürüst ve makûl kimselerin ortalama düşünce ve telakkileridir” şeklinde tanımlamıştır (Ateş, s.87; Başpınar, Veysel; Borç Sözleşmelerinin Kısmi Butlanı, Ankara 1998, s.136); Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay da doktrindeki tanımlara benzer tanımlar yaparak “Genel ahlâk, belli bir zamanda, belli bir toplumun büyük çoğunluğunca benimsenmiş bulunan ahlâk kurallarıyla ilgili hareketleri gösteren ve kolayca anlaşılabilen kurallardır” A.Y. Mah., T.28.1.1964, E. 1963/128, K. 1964/8 (www.anayasa.gov.tr) ve “Bir akdin… ahlâka ve adaba aykırı olduğu, taraflar veya hakimin bu husustaki subjektif görüşüne göre değil, doğru ve makûl kimselerin vasati görüşlerine göre tayin ve takdir edilmelidir”  şeklinde tanımlamıştır. HGK., T. 20.3.1974, E. 1970/1053K. 1974/222 (Kazancı İçtihat Bankası)

[27] Ünal, s.94.

[28] HGK., T.20.3.1974, E. 1970/T-1053, K.1974/222 (Kazancı İçtihat Bankası).

[29] Ünal, s.95.

[30] “Genel  ahlȃk” a aykırılık sebebiyle sözleşmenin hükümsüzlüğü halleri konusundaki tartışmalar için bkz. Ünal, 96-99.

[31] Başpınar, Kelepçeleme, s.19-24.

[32] Manav, Eda; “İş Hukukunda Rekabet Yasağı Sözleşmesinin Geçerlilik Koşulları”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı:87, 2010, s.323.

[33] Süzek, Sarper; İş Hukuku, 10. Baskı, İstanbul 2014, s.344; Manav, s.324.

[34] Manav, s.324.

[35] Ünal, s.110.

[36] SOYER, bu koşullara, rekabet yasağı sözleşmesinin yapılmasını engelleyen özel bir kanun hükmünün bulunmaması koşulu da eklenmesi gerektiğini savunmaktadır. Çünkü örneğin BİK m. 13/2’e göre, iş sözleşmesinin feshinden sonraki zaman için gazetecinin mesleğini yerine getirmesini sınırlandıran hükümler batıldır. Bu özel hüküm dolayısıyla gazetecilerle iş sözleşmesi sona erdikten sonra hüküm ifade edecek bir rekabet yasağı sözleşmesi yapmak hiçbir şekilde mümkün değildir. (Soyer, Polat; Rekabet Yasağı Sözleşmesi (BK.m.348-352), Ankara 1994, s. 39).

[37] Soyer, s.39.

[38] Süzek, s.348.

[39] Kılıçoğlu, s.771; Günay, Cevdet İlhan; Türk Borçlar Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Ankara 2012, s.601; Günay, Cevdet İlhan; Ceza koşulu: (BK m.158-161), Ankara 2002, s.5; Ateş, s.266; Şenyüz, Doğan; Borçlar Hukuku: Genel ve Özel Hükümler, 6. Baskı, Bursa 2012, s.201; Eren, s.1182; Nomer, Haluk; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, İstanbul 2013, s.332; Hatemi/Gökyayla, s.345; Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet/ Özdemir, Refet; Türk Borçlar Kanunu Şerhi (Genel- Özel), Ankara 1987, s.333; Ekinci, Hüseyin; Doktrin ve Uygulamada Ceza koşulu, Ankara 2004, s.25; Gökçeoğlu, Kamil Haluk; Ceza koşulu ve Güncel İçtihatlar, İstanbul 2007, s.33; Arık, Kemal Fikret; Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, Ankara 1964, s.240; Kocaağa, Göksal; Türk Özel Hukukunda Ceza koşulu, Ankara 2003, s.33; Ayan, s.79; Oğuzman, Kemal/Öz, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt: II, 10. Baskı, İstanbul 2013, s.518; Reisoğlu, Safa; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Baskı, İstanbul 2012, s.455; Uçar, Salter; Hukukta Ceza koşulu ve Uygulaması, İstanbul 1993, s.12; Akıncı, Şahin; Borçlar Hukuku Bilgisi, 7. Baskı, Konya 2013, s.273; Tunçomağ, Kenan; Türk Hukukunda Ceza koşulu, İstanbul 1963, s.4; Zevkliler/Ertaş/Havutçu/Aydoğdu/Cumalıoğlu, s.386; Tekinay/ Burcuoğlu/ Akman/Altop, s.455; Baştuğ, s.230.

[40] Hatemi/Gökyayla, s.346; Velidedeoğlu/Özdemir, s.333; Arık, s.240; Ayan, s.80; Oğuzman/Öz, Cilt:II, s.524; Reisoğlu, s.455; Uçar, s.13; Akıncı, s.273; Doktrindeki ceza koşulunun niteliği konusunda görüşler ve tartışmalar için bkz. Cansel, Erol/Özel, Çağlar; “Türk Borçlar Hukukunda Ceza Koşulu”, Prof. Dr. Aydın ZEVKLİLER’e Armağan, Yaşar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (Özel Sayı), 2013,  Sayı:8, s.719-721.

[41] Tunçomağ, s.7-12; Ekinci, s.27; Gökçeoğlu, s. 36.

[42] Kılıçoğlu, s.773; Eren, s.1184; Hatemi/Gökyayla, s.346; Kocaağa, s.146-147; Ayan, s.81; Reisoğlu, s.456; Uçar, s.17; Akıncı, s.273.

[43] Kılıçoğlu, s.773; Hatemi/Gökyayla, s. 350.

[44] Kılıçoğlu, s.774; Kocaağa, s.148-149.

[45] Kılıçoğlu, s.774; Eren, s.1185.

[46] Kılıçoğlu, s.775; Şenyüz, s.203; Eren, s.1185; Nomer, s.336; Hatemi/Gökyayla, s.350; Kocaağa, s.150; Ayan, s.81; Oğuzman/Öz, Cilt II, s.528; Reisoğlu, s.457; Uçar, s.17; Akıncı, s.275.

[47] Hatemi/Gökyayla, s. 347-348; Kocaağa, s.152.

[48] Kılıçoğlu, s.775.

[49] Kılıçoğlu, s.775; Yargıtay da alacaklı borçlunun borca aykırı hareketi nedeniyle zarara uğramasa dahi belirlenen ceza koşulunu talep edebileceğini belirtmiştir. Örnek karar için bkz. “Somut olayda olduğu gibi iskân ruhsatının (yapı kullanma izin belgesinin) yükleniciye bırakıldığı hallerde, fiilen teslim alınmış olsa dahi yapı kullanma izin belgesi alınmayan bağımsız bölümü iş sahibi fiilen kullanmaya zorlanamayacağından, kendisi tarafından fiilen kullanılmadığı ya da kiraya vermek suretiyle ekonomik yarar sağlanmadığı sürece yüklenicinin gecikme tazminatı ile ilgili sorumluluğu devam eder. Dosya kapsamındaki belgelerden davacının villayı fiilen teslim aldığı anlaşılmakta ise de, oturmak ya da kiraya vermek suretiyle ekonomik yarar sağladığı kanıtlanamamıştır. Bu nedenle iskân ruhsatı alınmadığından Aralık 2005 tarihinden itibaren davacı iş sahibi davalı yükleniciden kararlaştırılan gecikme tazminatını istemekte haklıdır.” HGK., T.12.11.2014, E. 2013/15-1140, K. 2014/905 (Kazancı İçtihat Bankası).

[50] Kılıçoğlu, s.776.

[51] Kılıçoğlu, s.776; Yargıtay da aynı yönde karar vermektedir. Örnek karar için bkz. 19. HD., T.16.1.2014, E. 2013/14851, K. 2014/1302 (Kazancı İçtihat Bankası).

[52] Kılıçoğlu, s.776; Eren, s.1186.

[53] Kılıçoğlu, s.776.

[54] Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 2. Baskı, Ankara 2014, s.404.

[55] Kılıçoğlu, s.777.

[56] Kılıçoğlu, s.777; Nomer, s.333.

[57] Kılıçoğlu, s.777.

[58] Doktrinde bazı yazarlar dönme cezasını, ifayı engelleyen ceza olarak tanımlamaktadırlar. Bkz. Eren, s.1186; Kocaağa, s.154.

[59] Eren, s.1186; Şenyüz, s.203; Kocaağa, s.154.

[60] Kılıçoğlu, s.778; Tekinay/ Burcuoğlu/ Akman/Altop, s.470-471; Şenyüz, s.203; Nomer, s.333; Hatemi/Gökyayla, s.346; Kocaağa, s.155; Uçar, s.18.

[61] Kılıçoğlu, s.778; Eren, s.1186.

[62] Kılıçoğlu, s.777; Eren, s.1186; Tekinay/ Burcuoğlu/ Akman/Altop, s.470; Hatemi/Gökyayla, s.351; Kocaağa, s.154; Oğuzman/Öz, Cilt II, s.530.

[63] Dönme cezası ile cayma parasının benzer ve farklı yönleri için bkz. Tekinay/ Burcuoğlu/ Akman/Altop, s.471.

[64] Eren, s.1186.

[65] Eren, s.1186; Oğuzman/Öz, C.II, s.532; Karagöz, Veli; “Rekabet Yasağı Sözleşmesinde Ceza koşulu”, Erzurum Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XIII, S.1-2, 2009, s.199; Aksi görüşte bkz. Tunçomağ, Borçlar Genel, s.482; Kocaağa, s.156.

[66] Tiryaki, Murat; Özel Hukuk Alanında Ceza koşulu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2005, s.45.

[67] Ünal, s.205; Başpınar, Kelepçeleme, s.32-33; Ateş, s.238; Tekinay/ Burcuoğlu/ Akman/Altop, s.390-391.

[68] Kırkbeşoğlu, Nagehan; Türk Özel Hukukunda Kısmi Hükümsüzlük, İstanbul 2011, s.28.

[69] Ünal, s.206.

[70] Servis taşımacılığında 2010 yılı istatistiklerine 1.100 tl aylık brüt kazancı olan ve yine aynı yıl İstanbul’da 60.000 servis aracının faaliyette olduğu düşünüldüğünde İstanbul’da rekabetin ne kadar yüksek olduğu görülmektedir(http://tuikapp.tuik.gov.tr/medas/?kn=103&locale=tr,E.T.:8.11.2015;(http://www.ntv.com.tr/turkiye/40-bin-servis-araci-nerede,fU7y3wmwmEyUBOXvY2KSgw , E.T.:8.10.2018).

Yorumlar

İletişime Geçin

İletişim Formu

Adresimiz

Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Konak Mah. Kemeraltı 3. Beyler Sok. Danış İş Hanı K. 4 No: 401 Konak/İzmir

Telefonumuz

0232 239 51 88

Mail Adresimiz

info@izmirlawyer.net