Your browser does not support SVG!

blog

“Organik Bağ” ve “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması” Kavramlarının İstihkak Davası Bakımından Önemi Nedir?

“Organik Bağ” ve “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması” Kavramlarının İstihkak Davası Bakımından Önemi Nedir?

Yargıtay, istihkak prosüdürü bakımından organik bağ içerisinde bulunan tüzel kişilikler arasında alacaklının alacağını almasını engellemeye yönelik işlemlere müsaade etmemektedir. Yargıtay, bu konuda organik bağ kriteri üzerinden hareket etmekte ve organik bağın mevcut olduğu hallerde istihkak iddiasına zemin hazırlayan işlemlerde bir muvazanın bulunduğunu kabul etmektedir[1]. Bu nedenle ne zaman organik bağın bulunduğu ve kriterleri önem arz etmektedir. Organik bağ kavramı her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilen, net bir tanımı olmayan kavramdır. Yargıtay, alacaklıyı zarara uğratmaya yönelik borçlu ile üçüncü kişiler arasındaki hukuki, iktisadi, hısımlık ilişkilerini organik bağ olarak nitelendirmektedir[2]. Alacaklıya zarar verici işlemler yapan borçlu ile tüzel kişinin yönetimi arasında bir akrabalık ilişkisinin bulunması organik bağ açısından önem taşımaktadır. Tüzel kişinin hukuken önem taşıyan durumu bilmesi veya bilmesi gerekmesi tüzel kişinin veya ortağın yaptığı işlemin diğerine izafe edilmesine neden olur (İİK m.279/2,m.280/1)[3].

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve organik bağın tespiti noktasında önem taşıyan kritelerden biride mal varlıklarının ve alanların birbirine karışmasıdır. Malvarlıklarının (alanların) birbirine karışması, özellikle yapılan işlemin ana şirket ya da yavru şirketten hangisi tarafından yapıldığı konusunda bir ayrım yapmanın mümkün olmadığı halleri ifade etmektedir[4].

İstihkak davası bakımından haczin tatbiki sırasında haciz yapılan adresin borçlu dışında başka şahıslarada aitmiş gibi görünmesi durumunda bu şahıslar arasında organik bağ bulunduğunu Yargıtay kabul etmiştir[5].

Belirtmek gerekir ki, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması sadece bir eda davası ile bir alacaktan ötürü borçlu olmayan bir şirketin sorumlu kılınmasına sebep olmaz. Bu teori aynı zamanda bir “savunma yolu” olarak somut olayla sınırlı kalmak üzere iddia sahibine (davacıya) karşı da ileri sürülebilir. Dürüstlük kuralında (TMK m. 2) kurumsal temelini bulduğu kabul edilen tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi, uygulamada genellikle bir sorumluluk sebebi olarak kullanılmaktadır. Dürüstlük kuralının uygulanmasında olduğu gibi, davacı tarafından bu teori, davalı şirketleri belirli bir alacaktan ötürü sorumlu tutmak için kullanılacağı gibi, davalıda kendisine karşı ileri sürülen bir talep hakkını bu teori uyarınca geçersiz kılabilir[6].

Diğer taraftan, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması savunma yolu olarak ileri sürülürken, ilgili şirketlere karşı davalının ayrıca dava açması gerekli değildir. Aralarında tüzel kişilik perdesinin kaldırılması gereken şirketlerden birinin ileri sürdüğü talep hakkına karşı somut olayda hakları ihlal edilen davacı söz konusu teorinin uygulanmasını talep edebilir. Buna karşılık, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla, başka bir şirketin borcundan dolayı gerçek veya tüzel şirketin (yani, perdenin arkasında yer alan / tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesini kötüye kullanan) sorumlu tutulabilmesi ve bu şirkete karşı bir eda hükmü alınabilmesi için aralarında organik bağ bulunan bu şirketlerin hepsine karşı dava açılması gerekmektedir. Fakat belirttiğimiz gibi, söz konusu teorinin savunma yolu olarak davalı tarafından kullanılmasında ilgili şirketlere karşı dava açılması zorunlu değildir. Yani alacaklı borçlu ve üçüncü kişiler arasında tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin kötüye kullanıldığı ve organik bağ bulunduğu iddiasında ise borçlunun organik bağ içerisinde bulunduğu şirketleri de taraf göstererek dava açması gerekir.

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesi kötüye kullanılmalıdır. Bu kötüye kullanım için tüzel kişiler ile hukuki olarak kendisinden bağımsız bazı gerçek veya başka tüzel kişiler arasında belirli bir ilişkinin ve yapının varlığı gerekir. Öz kaynak yetersizliği, yabancı yönetim ve malvarlıklarının karışması bu ilişkilerde aranan temel modellerdir. Borçlu ile üçüncü kişi arasında bir ayniyetin olması veya her iki şahsın yöneticilerinin aynı olması tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin kötüye kullanılmasına imkân tanımaktadır[7].   

Takdir edileceği üzere, ticari hayatta ekonomik açıdan kötüleşen bir şirket kredi gücünü kaybetmeye ve dolayısıyla bankalar ile ilişkileri kötüleşmeye ve ilgilendiği piyasadan mal tedarik etmede güçlükler yaşamaya başlar. Böyle bir durumda, Türk işletmecilerinin başvurduğu önemli pratik çözümlerden biri de, yeni şirketler ile banka ve piyasaların karşısına taze bir şekilde çıkmak olur. Genelde sıkıntıda bulunan şirket ile yeni şirketin yöneticileri ve ortakları da aynı kişilerden oluşur.

Şunu belirtmek gerekir ki, aynı sermaye grubuna bağlı olan kardeş şirketler, pi-yasanın farklı alanlarda faaliyet göstermek üzere kurulabilir. Başka bir ifadeyle şirketler topluluğu oluşumu hukuk düzeni tarafından ilke olarak meşru görülen bir yapıdır. Ancak bir sermaye oluşumunun, farklı şirketler kurması somut olayda olduğu gibi üçüncü kişiler açısından zarar verici sonuçlar doğurabilir. Bu sonuçlar hakkaniyete aykırılık taşıyorsa, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanımı teşkil edecektir. Bu noktada önemli olan husus, şirketler arasında oluşturulan modelin (yapının) somut olayda üçüncü kişiler aleyhine kullanılması oluşturmaktadır. Şirketleri yöneten kişiler başlangıçta kötüniyetli olarak hareket etmese dahi; bunlar sonradan ortaya çıkan özkaynak yetersizlikleri ve bunların sonuçlarından kurtulmak için tüzel kişilik perdesinin arkasına çeşitli şekillerde gizlenilebilir[8].

Sağlıklı işleyen bir sermaye grubu, yeni yatırımlar yapmak için yeni şirketler kururken,  tam tersi durumda öz kaynak ve kredi yetersizliklerinden kurtulmak için yeni şirketler kurulmaktadır. Somut olayın özelliklerine göre şirketler arasındaki ilişkilerde tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin ileri sürülmesi TMK m. 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması teşkil edebilir. Diğer bir ifadeyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin savunma yolu olarak kullanılmasında, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin ileri sürülmesi somut olayla sınırlı olmak üzere engellenmektedir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak üçüncü kişiye karşı borçlunun borcu için bir sorumluluk sebebinin ileri sürülebilmesi için bu iki şahsın yargılamada davalı olarak bulunması gerekmektedir. Çünkü tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla eda hükmü niteliğindeki bir sorumluluk hükmünün kurulabilmesi, aralarında tüzel kişilik perdesinin kaldırılacağı şirketlerin aynı davada davalı olarak yer almasına bağlıdır. Bu açıdan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin davacı lehine uygulanmasından, davalı konumunda bulunan şirketler arasında maddi hukuktan doğan zorunlu (mecburi) dava arkadaşlığı bulunmaktadır (HMK m.59). Bu şirketlerin tamamı davalı olarak gösterilmeden, başka bir şirketin borcunun söz konusu teori uyarınca davalı şirkete karşı eda hükmü çerçevesinde ileri sürülmesi mümkün değildir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması, savunma yoluyla kullanılırken bütün şirketlerin yargılamaya dâhil edilmesi gerekmez iken, davacı bu teoriyi kullanarak bir eda hükmü elde etmek istiyorsa ilgili bütün şirketleri davalı olarak göstermelidir. Aksi halde taraf sıfatı (husumet) bulunmadığından açılan davanın reddi gerekir.

Perdeyi kaldırma teorisi ile tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin uygulanmasından son derece istisnai hallerde vazgeçilmektedir. Ancak belirli şirket yapılanmaları (modelleri) kullanılmak suretiyle, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesi üçüncü kişilere açıkça zarar vermek amacıyla kullanılıyor ve bu durumun kabulü hakkaniyet ilkesi gereği mümkün değilse TMK m. 2’de yer alan dürüstlük kuralı pozitif temel alınarak sadece somut olayla sınırlı olarak tüzel kişilik perdesi kaldırılabilir. Tüzel kişiliğin kaldırılarak sorumlu tutma ancak bir tüzel kişinin öz kaynak yetersizliği sebebiyle onun ortaklarına veya ortakları üzerinden diğer bağlı tüzel kişilere başvurulabilecek ikincil bir yoldur.

Bu teoriyi kullanan alacaklının, sorumluluk hakkında bir eda hükmü elde edebilmesi için aralarındaki ilişkide tüzel kişilik perdesinin kaldırılması talep edilen gerçek veya tüzel kişilerin davalı olarak gösterilmesi gerekir. Aksi halde bu davanın, taraf sıfatı yokluğundan reddedilmesi gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki, ancak eda hükmünün alınmasına gerek olmadığı durumlarda, davalıların tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisini sadece savunma olarak kullanması mümkün olabilir. Fakat eda hükmü alınmak isteniyorsa, aralarındaki tüzel kişiliğin kaldırılması istenen kişilerin davalı sıfatını taşıması zorunludur.

Örneğin haciz esnasında borçlu sıfatını taşımayan üçüncü bir kişinin icra takibine dâhil edilerek, bu şirketin ticari kayıtlarında inceleme yapılması evrak aranması mümkün değildir. Direk borçlu ile üçüncü kişiler arasındaki ilişkiler çerçevesinde üçüncü kişilerin takip borçlusu yapılması söz konusu olamaz. İİK m. 80 uyarınca icra memurunun borçluya ait olan ya da alacaklı tarafından borçluya ait olduğu iddia edilerek haciz talebinde bulunulan adreste "haciz yapmak saikiyle" kilitli yerleri açma-açtırma yetkisi vardır. Ancak özellikle istihkak iddiasının bulunduğu durumlarda uygulamada alacaklı vekillerinin sırf delil toplamak amacıyla evrak araştırması talebinde bulundukları görülmektedir. Ancak bu talebin hiçbir yasal ve hukuki dayanağı yoktur. İcra ve İflas Kanunu’nda icra memuruna evrak araştırması yapma gibi bir yetki verilmemiştir. Buna ilişkin hiçbir özel hüküm de yoktur. Hacze gelinen adres borçluya ait ise veya üçüncü şahsa ait ancak alacaklı vekili haciz talep ediyor ise icra memurunun haciz talebini İİK m.82’deki haczolunamayacağı yazılı şeyler dışında reddetme yetkisi yoktur ve bu durumda da kapalı kilitli yerleri açtırma yetkisi vardır, İİK m.96,97,99. hükümleri doğrultusunda üçüncü şahsın istihkak beyanlarını ve ortada görünürde bulunan vergi kayıtları, fiş, fatura, kartvizit vs. belgeleri tutanağa geçirebilir. Ancak hiçbir durumda icra memurunun "evrak araştırması" yapma amacıyla kapalı yerleri açtırma, arama yapma gibi bir yetkisi yoktur. Ancak uygulamada buna aykırı işlemler yapıldığı görülmektedir. Yakın zamanda Adalet Bakanlığına icra memurunun haciz mahallinde evrak araştırma yetkisinin bulunup bulunmadığı konusunda İnegöl Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla görüş sorulmuş verilen cevabi yazıda İİK m.80’de belirtilen yetkilerin haciz esnasında istihkak iddialarının ispatına yönelik evrak ve belge araştırmasını kapsamadığı belirtilmiştir[9].

 

[1]Bu durumda merci hakimliğince yapılacak iş; öncelikle borcun tamamen ödenip ödenmediğinin belirlenmesi, ödenmiş ise davanın konusu kalmayacağından buna göre dosyanın sonuçlandırılması, aksi takdirde yukarıda belirtildiği üzere 2137 ve 2139 sayılı takiplerle ilgili olarak istihkak iddiasından vazgeçildiğinden bu dosyalar ile ilgili olarak davanın konusu kalmadığından bu yönden davanın sonuçlandırılması, diğer iki takip hakkında ise yukarıda da açıklandığı üzere şirketler arasındaki devir ve ortakların aynı kişilerden olması ve organik bağ gözetilerek istihkak iddiasının muvazaalı olduğu kabul edilip alacaklının açtığı davanın kabulüne karar verilmesinden ibarettir. Bunun aksine delillerin takdirinde hataya düşülerek davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.” 15. HD., T. 18.09.1996, E.1996/4034, K.1996/4502 (Kazancı İçtihat Bankası); “Davalı borçlu Tahsin Diker'in davacı Diker A.Ş.nin temsilci ortağı olduğu dosyadaki vekaletnameden anlaşılmaktadır. Davacı ile davalı borçlu arasında organik bağ bulunduğu ve böylece devrin muvazaalı olduğu anlaşıldığı gibi…” 15. HD., T.24.03.1994, E.1994/1363, K.1996/1798 (Kazancı İçtihat Bankası).

[2]  Yavaş, Murat; Tasarrufun İptali ve İstihkak Kurumlarında Perdenin Kaldırılması, Marmara Ü. Tüzel Kişilik   

   Perdesinin Kaldırılması Sempozyumu, Mayıs 2008, s. 220.

[3] “ Bu haliyle Tem Otomotiv A.Ş ile borçlu arasındaki yakın ilişkiler(organik bağ) nedeniyle borçlunun mal kaçırmak amacıyla hareket ettiği, iyi niyetli olmadığı ve 3. Şahsın da bu durumu bilmesi gerektiği anlaşıldığından esasen üzerinde 10 yıllık kira şerhi bulunan bir işyerinin devralınması hayatın olağan akışına da uygun düşmediğinden… tasarrufun batıl sayılması zorunludur” 15. HD., T.26.12.2002, E.2002/6026, K. 2002/6188 (Yavaş, s.221).

[4] Seven, Vural; “Ticaret Şirketlerinde Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması (Bir Kararın Değerlendirilmesi)”,  

İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 80, Sayı 2006/6, Kasım-Aralık, s. 2467; Yavaş, s. 221; “Uyuşmazlık davalının taraf ve dava ehliyeti olup olmadığı ve husumet nedeni ile dava reddedilen davalı ile dava dışı işveren olan şirket arasında organik bağ olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Organik bağ ilişkisinde işveren sıfatı olan tüzel kişinin, işçinin iş sözleşmesinden veya iş kanunundan doğan haklarını kullanmasının engellenmesi için temsilde farklı kişiliklere yer vermesi söz konusudur. Bu durumda tüzel kişinin bağımsızlığı sınırlanır ve organik bağ içinde olunan kişi ile özdeş kabul edilir. Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme(haklarının alınmasını engelleme), tarafta muvazaa (hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil söz konusudur. Bu durumların söz konusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır. Organik bağ ise şirketlerin adresleri, faaliyet alanları, ortakları ve temsilcilerinin aynı olmasından, aralarındaki hukuki ilişkilerin tespitinden anlaşılır. Diğer taraftan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 124. Maddesi ile bir davada taraf değişikliğinin, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkün olduğu, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebinin, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilebileceği, dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması halinde hâkimin karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebileceği düzenlenmiştir. Hasımda yanılma halinde taraf değişikliği karşı tarafın muvafakati ile gerçekleştirilebilirken maddi hata bulunması, dürüstlük kuralına aykırı olmaması veya hasımda yanlışlığın kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması halinde ise karşı tarafın muvafakati aranmaksızın hakim tarafından kabul edilmek suretiyle yapılabilmektedir. Dosya içeriğine göre davacının dava dışı ....'de işçi olarak çalıştığı, ticaret sicili kayıtlarına göre ise bu şirket ile davalı şirketlerin ortaklarının ve faaliyet adreslerinin aynı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava dışı .... ile davalı şirketler arasında organik bağ bulunmaktadır. Organik bağ halinde organik bağ içindeki şirketler işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumludur” 9. HD., T. 14.12.2015, E. 2015/32647, K.2015/35298 (Kazancı İçtihat Bankası).

[5] “Dosya içerisinde bulunan ticaret sicil biligilerine göre; davacı üçüncü kişi şirketin kuruluş tarihinin borcun doğumundan sonraki bir tarihe tekabül ettiği, davacı üçüncü kişi şirket ile davalı borçlu şirketin faaliyet konularının aynı olduğu, adres itibariyle de şirketlerin birbirine yakın hatta bitişik binalarda faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Öte yandan, borçlu şirket yetkilisi ve ortakları ile davacı üçüncü kişi şirket yetkilisi ve ortakları arasında eş, anne, baba, baba-kız, anne-kız gibi yakın akrabalık bağı bulunduğu görülmekte olup, ortaklık yapısı bakımından da anılan şirketler arasında organik bağın varlığının kabulü gerekir. Öte yandan; bir kısım mahcuzların ihale yoluyla davadışı kişilerden, bir kısmının da 25.01.2012 ve 01.02.2012 tarihli faturalarla hacizden kısa bir süre önce davalı borçludan satın alınmasına, satışın konusu menkul mal olup, taşınması mümkün olduğu halde davacı üçüncü kişinin bu menkulleri teslim almayıp, davalı borçlunun hakimiyet alanında bırakması da hayatın olağan akışına uygun değildir 8. HD., T. 21.01.2016, E.2015/13811, K.2016/725 (Kazancı İçtihat Bankası); Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere ve özellikle dosya arasında bulunan ticaret sicil kayıtları, vergi levhası, imza sirkülerine göre, davacı şirket ile borçlu şirketin ve dava dışı Gediz Turizm İşletmeleri A.Ş.nin yöneticilerinin aynı kişiler olduğu ve her üç şirketin de işyerlerinin aynı yerde bulunduğu ve böylece aralarında organik bağ bulunduğu anlaşılmaktadır. Borçlu şirketin SSK'ya olan borcu 1989-1991 yıllarına ait olup dayanılan adi kira sözleşmesi 4.4.1992 tarihini taşımaktadır. İbraz edilen 8.1.1993 tarihli fatura davacı ve borçlu şirketlerle organik bağı bulunan Gediz A.Ş. tarafından düzenlenmiştir. Mahcuz eşyalar borçlu şirketin de adresi olan yerde haciz edilmiştir. Öte yandan 844900 ve 843507 nolu telefonlarda aynı işyerinde haciz edilmiştir. Bu telefonların PTT'de Mehmet Yerli adına kayıtlı olması menkul niteliğindeki telefonların başkasına ait olduğunu göstermez. İİK.nun 97/a maddesi gereğince borçlu ile 3. kişilerin menkul malı birlikte ellerinde bulundurmaları halinde dahi mal borçlu elinde addolunur ve menkul malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır. Bu durumda mülkiyet karinesi borçlu, dolayısıyla alacaklı lehinedir. Bu karinenin aksi ancak güçlü ve inandırıcı delillerle kanıtlanabilir. Davacının dayandığı deliller, yukarıda açıklanan nedenlerle mülkiyet karinesinin aksini kanıtlar nitelikte olmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir” 15. HD., T. 14.09.1994, E.1994/3790, K.1996/4411 (Kazancı İçtihat Bankası).

[6] Seven, s.2464.

[7]Yukarıda içeriği açıklanan ticaret sicil kayıtları, tapu kayıtları, ... kayıtları, tanık anlatımları bir arada ele alındığında; aynı kişiler tarafından kurulup yönetilen şirketlerin işçilerinin alacaklarının ödenmemesi amacıyla kayden işveren görünen şirketin mal varlığının kayden işveren olarak görünmeyen şirkete aktarıldığı, işçilerin yaptıkları iş ve çalıştıkları işyeri değişmeksizin taşıdıkları ürünlere ait belgelerde dönem dönem her iki şirketin de isminin yer aldığı ,davalıların “tüzel kişiliklerin ayrılığı” ilkesini üçüncü kişi durumundaki işçilerin sözleşmelerinin feshi halinde alacaklarına ulaşamamalarını sağlamak amacıyla kötüye kullandıkları, hakkın kötüye kullanılmasını engelleyen “perdeyi kaldırma teorisi” gereğince her üç şirket arasında kardeş şirket ilişkisinden kaynaklanan özdeşlik bulunduğu ve ayrı tüzel kişilikler dolayısıyla sorumlu olunmadığının söylenmesinin hukuken korunamayacağı düşüncesine varılarak tüm davalı şirketlerin davacının işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları gerekir” 9. HD., T. 24.02.2015, E.2013/11725, K. 2015/7873 (Kazancı İçtihat Bankası).

[8] “Tüzel kişilik, oluşturulacak kişiliğin kendine özgü amaç birliği içinde ve bağımsız bir varlık olarak ortaya konabilir. Tüzel kişiliğin malları, onu kuran gerçek kişilerden ayrılır. İşte tüzel kişilik perdesinin ortadan kaldırılması ile gerçek kişilerin sorumluluğuna gidilebilir. ( Antalya, Gökhan; "Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi, Tebliğ Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ( MÜHF ), İstanbul 2008, sh 146 ) İkinci şekli ise, "Çapraz perdeyi kaldırma"dır. Aynı şirketler topluluğu İçinde yer alan kardeş şirketler arasında perdenin kaldırılmasıdır. ( Öztek, Selçuk/Memiş, Tekin "Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklarının Hakim Ortağa Karşı Korunması" ( Tebliğ ) MÜHF, İstanbul 2008, sh 208 )Tüzel kişiliğin özellikle sorumluluk konusunda bir koruma yaptığı gerçektir. Tüzel kişi ile ortakların alanlarının organizasyon ve malvarlıklarm birbirine karışması, yetersiz sermaye ve özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli olarak üçüncü kişileri zarara uğratılması tüzel kişilik perdesinin ortadan kaldırılması nedenlerindendir. ( Öztek/Memiş: sh 197 vd ) Başka bir anlatımla bu davalar borçlunun alacaklarından mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarrufların hileli, muvazaalı işlemlerin borçlunun alacaklısına karşı hükümsüz hale gelmesi yaptırımını hedefleyen hâkim hukuku biçiminde bir son çaredir. ( Yıldırım, Kamil; "Maddi Hukuk icra Hukuku İlişkisi ve İptal Davalarından Perdeyi Kaldırma Teorisine Hukuki Korunma Sağlayan Enstrümanlar," Tebliğ, MÜHF, İstanbul 2008, sh 193 )"Organik Bağ" tüzel kişiye karşı olan alacakların takip edilmesinde, bu takibin asıl borçlu şirket ile birlikte onunla belirli bir düzeyde hukuki ilişkiye ve bağa sahip olan şirkete karşı yapılabilmesini sağlayan bir hukuki yoldur. Bu halde iktisadi bütünlük aranmaz.” 22. HD.,T. 14.05.2013, E.2012/22684, K. 2013/10887 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

[9]  Bkz.29.03,2016 Tarihli Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün 82084579/2315/14062 sayı no.lu   

    görüşü.

Yorumlar

İletişime Geçin

İletişim Formu

Adresimiz

Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Konak Mah. Kemeraltı 3. Beyler Sok. Danış İş Hanı K. 4 No: 401 Konak/İzmir

Telefonumuz

0232 239 51 88

Mail Adresimiz

info@izmirlawyer.net