Your browser does not support SVG!

blog

Kamu Görevlilerinin “İş Bırakma Eylemi”nin Yargı Kararlarında Ele Alınması

 

 

Kamu Görevlilerinin “İş Bırakma Eylemi”nin Yargı Kararlarında Ele Alınması

İçindekiler

I. “Kamu Görevlisi”, “Grev” ve “İş Bırakma” Kavramları, A. “Kamu Görevlisi” Kavramı, B. “Grev” Kavramı ve “Grev” Kavramının Genel olarak ve Kamu Görevlileri Açısından “İş Bırakma Kavramı” İle Karşılaştırılması, II. Kamu Görevlilerinin İş Bırakma Eylemi, A. Uluslararası Sözleşmelerde Kamu Görevlilerinin İş Bırakmasının Değerlendirilmesi, 1. Uluslararası Çalışma Örgütü Açısından Değerlendirme, 2. Avrupa Konseyi Açısından Değerlendirme, B. Ulusal Mevzuatımızda Kamu Görevlileri ve Grev İlişkisine İlişkin Düzenlemeler, C. Yargı Mercilerinin  Kamu Görevlilerinin İş Bırakma Eylemine Bakışı, 1. İç Hukukumuzdaki Mahkemelerin Bakış Açısı, a. Danıştay Kararları, b. Anayasa Mahkemesi Kararları, 2. AİHM Kararları, Değerlendirme

I. “Kamu Görevlisi”, “Grev” ve “İş Bırakma” Kavramları

A. “Kamu Görevlisi” Kavramı

            “Kamu görevlisi” kavramının, 1982 Anayasamızın 128. maddesinin  “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” şeklindeki düzenlemesinden hareketle temel olarak memurlar ve diğer kamu görevlilerinden oluştuğu ifade edilebilir[1]. Buna göre öncelikle “memur” kavramına baktığımızda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “İstihdam Şekilleri” başlıklı 4. maddesine göre memurlar, “Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler, bu Kanun’un uygulanmasında memur sayılır” şeklinde ifade edilmiştir. Memuriyet statüsünü, devlete ait kuruluşlarda kamu hizmeti gören, asli ve sürekli olarak atanan, üçüncü şahıslara karşı sorumluluğu bulunmayıp görev yaptığı kamu kuruluşuna karşı sorumluluğu bulunan, ücretlerini “maaş” olarak Devlet bütçesinden alan ve maaşı çalıştığı kurum tarafından işe başladığı gün peşin olarak ödenen kamu görevlisi olarak tarif etmek mümkündür[2].

            1982 Anayasası’nın 128. maddesinde “memur” kavramı yanında “diğer kamu görevlileri” kavramı da yer almaktadır. Anayasa tanımı kapsamındaki diğer kamu görevlileri ise, genel olarak yardımcı hizmetlerde çalışan kamu görevlileri ve sözleşmeli personeller olarak ifade edilebilir[3]. 657 sayılı DMK’nın 36. maddesinin 10(X). bendine göre[4] kamu kuruluşlarında bedeni işgücü ile büro hizmetinde çalışan ve işçi sayılmayan personeli, yardımcı hizmetlerde çalışan kamu görevlileri olarak tarif etmek mümkündür[5]. Sözleşmeli personel ise, 657 sayılı DMK’nın 4. Maddesinin “B” bendinde düzenlenmiş olan[6] ve genel olarak kamu kurum kuruluşlarında bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kamı görevlisi olarak tarif edilebilir[7].

            Kamu görevlisi kavramını düzenleyen bir başka düzenleme ise 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinin (a) bendinde “Bu Kanun kapsamında yer alan kurum ve kuruluşların kadro veya pozisyonlarında istihdam edilenlerden işçi statüsü dışında çalışan kamu görevlilerini” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bir başka düzenleme ise 87 sayılı ILO Sözleşmesi’dir. 87 sayılı ILO Sözleşmesinin “Çalışanlar ve işverenler herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve yalnız bu kuruluşların tüzüklerine uymak koşulu ile bunlara üye olmak hakkına sahiptirler” şeklindeki 2. maddesi uyarınca tüm çalışanlara ayrım gözetmeksizin sendikal haklar tanınması gerekmektedir. 4688 sayılı Kanun, işçi sayılmayan tüm kamu görevlilerini kapsamaktadır. Dolayısıyla, kamu kurum ve kuruluşlarında işçi statüsü dışında bir kadro veya pozisyonda çalışan ve daimi surette çalışan kamu görevlileri bu Kanun kapsamında olacaktır[8].

B. “Grev” Kavramı ve “Grev” Kavramının Genel olarak ve Kamu Görevlileri Açısından “İş Bırakma Kavramı” İle Karşılaştırılması

             Grev, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun[9] 58. maddesinde “İşçilerin, topluca çalışmamak suretiyle işyerinde faaliyeti durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla, aralarında anlaşarak veya bir kuruluşun aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi bırakmalarına grev denir” şeklinde tanımlanmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre[10] “grev” kısaca, “iş bırakımı” anlamında tanımlanırken grev kavramı ile ilgili çalışmasında Sur; grevin tanımlanışını sosyolojik ve hukuki açıdan değerlendirmiş; sosyolojik olarak grevin tanımını; “mesleki bir grubun, karşı koymak istediği bir durum veya karar karşısında, işi bırakmak suretiyle direnmesi” şeklinde vermiştir[11] [12].

            Grevin maddi ve manevi şeklinde iki ana unsuru bulunmaktadır[13]. Grevin maddi unsurları, grevin süjesinin işçiler olması ve işçilerin ifayla yükümlü oldukları işi bırakmaları iken manevi unsur, iş bırakma kararının toplu olarak alınmasıdır.

            Yukarıda belirtilen grevin unsurlarından da görüleceği üzere “iş bırakma” kavramı, grevin “mütemmim cüz”ü olup maddi unsur kısmında bulunmaktadır[14]. Doktrinde “iş bırakma” eyleminin farklı şekillerde tanımlandığı görülmektedir. Beyoğlu, “genel grev niyetiyle yapılmış olan eylemlere yasal kaygılardan dolayı verilmiş olan isim” şeklinde tanımlarken[15] Çelik, “özüne aykırı olarak sadece kitlesel basın açıklaması” şeklinde tanımlamıştır[16].

            Çalışmamızın esaslı süjesini oluşturan kamu görevlileri açısından “grev” ve “iş bırakma” kavramlarını değerlendirdiğimizde, mevzuatımız uyarınca kamu görevlilerinin grev yapmalarının yasak olduğu belirtilmiştir. Buna göre evleviyet ve tümden gelim gereği kamu görevlilerinin “iş bırakması” da yasaklanmış olmakla beraber doktrindeki bazı yazarlar, söz konusu süjeler için yasak olan “grevi”, bir “hak” olarak tanımlamaktadır[17]. Yazarlar, bu konudaki görüşlerini, uluslararası mevzuata ve AİHM kararlarına dayandırmaktadır. Kanımızca gerek ilgili mevzuatın gerekse de “hukuk düzenince kişilerin, korunan menfaati ve onlara tanınan yetki” şeklinde genel olarak tanımlanan “hak” kavramının lafzından ve amacından hareketle hukuk düzenince yasaklanmış bir olgunun “hak” olarak ifade edilmesi ve bu şekilde “meşrulaştırma” girişimleri isabetli değildir.

 

 

II. Kamu Görevlilerinin İş Bırakma Eylemi

A. Uluslararası Sözleşmelerde Kamu Görevlilerinin İş Bırakmasının Değerlendirilmesi

1. Uluslararası Çalışma Örgütü Açısından Değerlendirme

Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ/ILO), Birleşmiş Milletler kuruluşları içerisinde çalışma yaşamının baş aktörleri olan işçi, işveren ve hükümet üçlüsünü içinde barındıran tek kuruluştur. ILO sözleşmelerinden olan 87, 98 ve 151 no’lu sözleşmeler sendikal örgütlenme hak ve özgürlüğünü düzenleyerek bu hakkı tüm çalışanlarla bu bağlamda kamu çalışanlarına da tanımışlardır.

ILO Uzmanlar Komitesi’nin Türkiye’nin ILO standartlarına aykırılıkları nedeniyle eleştirdiği konulardan biri de grev yasağıdır. ILO Uzmanlar Komitesi, grev yasağının devlet adına kamu otoritesi kullanan sınırlı bir gruba uygulanabileceğini belirtmiş bu grup dışındaki memurlara da grev yasağı uygulamasını haklı bulmamıştır[18]. ILO’nun her üç sözleşmesinde de açıkça “grev” sözcüğü geçmemesine karşın ILO denetim organları 87 no’lu sözleşmede grev hakkının tanındığına dikkat çekmişlerdir[19]. Ancak mevzuatımızdaki düzenlemeler, aşağıda detaylıca görüleceği üzere, grev hakkını tüm kamu görevlilerine yasaklamıştır.[20]

2. Avrupa Konseyi Açısından Değerlendirme

            Avrupa Konseyi açısından değerlendirme kendi içerisinde “Avrupa Sosyal Şartı” açısından değerlendirme ve “İlerleme Raporları” açısından değerlendirme şeklinde ikiye ayrılmaktadır.

Avrupa Sosyal Şartı, bölgesel nitelikli, uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir. Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen 1950 tarihli İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir devamı niteliğinde olup, Avrupa Konseyi tarafından insan hakları alanında kabul edilen iki temel belgeden biridir. Avrupa Sosyal Şartı, sosyal ve ekonomik hakları tanıyan ve bu hakları güvence altına alan, denetim mekanizması içeren önemli bir insan hakları belgesidir. Daha geniş bir ifade ile Avrupa Sosyal Şartı, toplu iş ilişkileri hukukunun tüm öğelerini yani, sendika, toplu pazarlık ve grevi de içeren toplu eylem hakları ile uyuşmazlık durumunda başvurabilecek barışçıl süreçleri bir bütün olarak düzenleyen ve güvenceye alan uluslararası insan hakları belgesi olma özelliğini taşır. Sosyal Şart’ın 1961 tarihli ve 1996 tarihli olmak üzere iki versiyonu bulunmaktadır. 1996 tarihli Sosyal Şart, Gözden Geçirilmiş Sosyal Şart olarak bilinmektedir. Ayrıca Sosyal Şartı’n sonradan kabul edilen 3 Ek Protokolü bulunmaktadır. 1961 tarihinde imzaya açılan 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı 1965 yılında; 3 Mayıs 1996 tarihinde imzaya açılan Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı ise 1 Temmuz 1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (GGASŞ) 6 bölüm ve bir ekten oluşmaktadır. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı 9’u çekirdek olmak üzere toplam 31 madde ve 98 fıkradan oluşmaktadır. Bir ülkenin Sosyal Şartı onaylayabilmesi için 9’u çekirdek madde olmak üzere toplam 16 madde ve 63 fıkrayı kabul etmesi gerekmektedir. Hâlihazırda GGASŞ, 45 Avrupa Konseyi üyesi devlet tarafından imzalanmış, buna karşın 32 devlet tarafından onaylanmıştır.

Avrupa Sosyal Şartı, grev hakkını açıkça ve ilk kez tanıyan bir uluslararası belgedir.  Türkiye, Şart’ın sendika hakkı ile toplu sözleşmeli toplu pazarlık hakkının yanı sıra grev hakkını da kapsayan, toplu eylemler hakkını güvenceye alan 5. ve 6. maddelerine kısaca, “ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik şartları” gerekçe göstererek onaylama dışında tutmuştur[21]. Avrupa Sosyal Şartı, grev hakkını da kapsayan toplu eylem hakkını bazı kısıtlamaları olsa da memurları da içine alan “çalışanlara” tanımıştır. Bağımsız uzmanlardan oluşan Uzmanlar Komitesi’ne göre, memurların tümünün grev hakkının kaldırılması, devlet görevlilerinin bu haktan yoksun bırakılması, kamu yönetimi çalışanlarının tümü için grev hakkını kaldırmayı amaçlayan bir yasa çıkarılması, 6/4. madde ile bağdaşmamaktadır. Türkiye, Şartın bu iki hükmünü kabul etmesi halinde, memurlara grevli bir sendikalaşma hakkını tanımak zorunda olmakla beraber sözleşme gereği Türkiye, memurların grev hakkına ancak, demokratik bir toplumda başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ya da kamu yararı, ulusal güvenlik, kamu sağlığı ya da ahlakın korunması amacıyla sınırlamalar getirebilecektir[22].

AB Komisyonu, 1998 yılından bu yana Türkiye ile ilgili ilerleme raporları yayınlamaktadır[23]. İlerleme raporları da ILO sözleşmelerine ve Avrupa Konseyi Sosyal Şartı’na gönderme yapmakta ve onları ölçüt kabul etmektedir. 1998 yılından bu yana yayınlanan İlerleme Raporlarında toplu işçi haklarının AB hukukunun ayrılmaz bir parçası olarak ele alındığı da görülmektedir[24].

B. Ulusal Mevzuatımızda Kamu Görevlileri ve Grev İlişkisine İlişkin Düzenlemeler

Türkiye’de memurların grev hakkı, anayasal güvenceye sahip değildir. Anayasa’da açıkça yasaklanmamış olmasına karşılık tanıyan bir hüküm de bulunmamaktadır. Anayasa’da yer almayan yasaklayıcı hüküm, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yer almaktadır. 657 sayılı yasanın “Toplu Eylem Ve Hareketlerde Bulunma Yasağı” başlıklı 26. maddesinin yanı sıra “Grev Yasağı” başlıklı 27. maddesiyle de devlet memurlarına grev yasağı getirilmiştir.  4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun da açık bir grev yasağı ihtiva etmemekle birlikte, toplu görüşme uyuşmazlıklarının çözüm yollarını düzenleyen 35. maddesinde; uyuşmazlık halinde Uzlaştırma Kurulu’na başvurulacağını düzenleyerek greve gidilmesi imkanını ortadan kaldırmıştır.

Kamusal istihdam türlerine 1980’li yılların başından itibaren 233 sayılı KİT’ler hakkında KHK ile yeni bir istihdam sınıfı yani “sözleşmeli personel” katılmıştır. Son olarak 233 sayılı KHK’nin bazı maddelerini değiştiren 399 sayılı KHK ile yeniden düzenlenmiş olan sözleşmeli personel, işçi ile kamu görevlisi arasında bir yere sahip olmakla birlikte kamu hizmetini genel idare esasları dışında yürütüyor ve idare ile akdedilen bir sözleşmeye dayanarak çalışıyor olsalar da, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından (bunlara ilişkin uyuşmazlıkların idari yargı yerinde görüleceğini hükme bağlayarak 22.1.1996, E.95/1, 96/1) hukuki nitelikçe kamu görevlileri kategorisine sokulmuştur. Bu durumda bu çalışanların da 4688 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekirken 399 sayılı KHK md.14, bu personele sendikal üyelik, faaliyet ve grev yasağı getirmiş bulunmaktadır[25].

Kamu görevlilerinin grev yasağına aykırılığının cezai yaptırımı, Türk Ceza Kanunu’nun 260. maddesinde yer almaktadır. Buna göre hukuka aykırı olarak ve toplu biçimde, görevlerini terk eden, görevlerine gelmeyen, görevlerini geçici de olsa kısmen veya tamamen yapmayan veya yavaşlatan kamu görevlilerinin her biri hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. Kamu görevlisi sayısının üçten fazla olmaması halinde cezaya hükmolunmaz (TCK m.260/I). Kamu görevlilerinin mesleki ve sosyal hakları ile ilgili olarak, hizmeti aksatmayacak biçimde, geçici ve kısa süreli iş bırakmaları veya yavaşlatmaları halinde, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza da verilmeyebilir(TCK m. 260/II).

Genel grev yasaklarının bulunduğu yasalar haricinde, bazı özel yasalarda da grev yasakları ayrıca düzenlenmiştir. Örneğin; 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu’nun[26] 32. maddesi, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 26. maddesi, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi Ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin[27] 13.02.2011 tarih ve 6111 sayılı yasa ile değiştirilen 14. maddesi gereğince de grev yasağı sözkonusudur[28].

C. Yargı Mercilerinin Kamu Görevlilerinin İş Bırakma Eylemine Bakışı

1. İç Hukukumuzdaki Mahkemelerin Bakış Açısı

a. Danıştay Kararları

Türkiye’de kamu görevlilerinin iş bırakma eyleminin genellikle kendi meslek alanlarındaki olumsuz durumları protesto etmek, seslerini duyurmak veya ülkenin politikasını eleştirmek amacıyla yaptıkları görülmektedir. Aile hekimlerinin, bağlı bulundukları sendikanın doktora şiddetin protesto edilmesi amacıyla haftasonu nöbetlerine katılmamaları[29], ücretlerin iyileştirilmesi amacıyla kamu görevlileri sendikalarının kararı üzerine Türkiye genelinde düzenlenen iş bırakma eylemine katınılması[30] ya da Eğitim-Sen’e bağlı öğretmenlerin DEAŞ saldırılarını protesto etmek amacıyla bir günlük iş bırakmaları[31] iş bırakma eylemi örneklerindendir. Bu noktada şu sorunun cevabının verilmesinde yarar vardır; Söz konusu iş bırakma eylemlerine karşılık Danıştay, hangi ölçülere dayanarak hangi yönde karar vermektedir?

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 2013 yılında verdiği bir kararda[32] davacının üyesi olduğu sendikanın kararına uyarak bir gün göreve gelmemesinden dolayı 657 sayılı DMK’nın 125/C-b hükmü uyarınca aylıktan kesme cezası ile cezalandırılması işleminin iptalini incelemiştir. Bu inceleme sonucunda Mahkeme, Anayasa’nın 90. maddesine, dolayısıyla AİHS’nin 11. maddesine ve AİHM’nin Kaya ve Seyhan/Türkiye kararına da atıfta bulunarak, davacının sendikal faaliyet gereği göreve gelmeme eyleminin “özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek” fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak sayılması gerektiğinden verilen cezayı hukuka aykırı bulmuştur[33].

Danıştay 12. Dairesi’nin de bazı kararlarında, aşağıda detaylıca inceleyeceğimiz AİHM’nin  Kaya ve Seyhan/Türkiye kararına da atıf yaparak, üyesi olunan sendika kararı doğrultusunda göreve gelmemek şeklindeki eyleme katılmanın “kabul edilebilir bir mazeret” niteliğinde olduğuna ve dolayısıyla bu fiillere yönelik verilen disiplin cezalarının hukuka uygun olmadığına karar verilmiştir.[34] Ayrıca, Danıştay başka kararlarında da, yine AİHM’nin Kaya ve Seyhan/Türkiye kararlarına atıf yaparak, üyesi olunan sendika kararı doğrultusunda göreve gelmemek şeklindeki eyleme katılmanın “sendikal faaliyet” kapsamında olduğuna ve dolayısıyla bu fiillere verilen disiplin cezalarının hukuka uygun olmadığına karar vermiştir[35]. Dolayısıyla, Danıştay’a göre sendika kararı uyarınca bir greve katılmak, disiplin cezası gerektiren bir eylem olmayıp bir “sendikal faaliyet” ve “haklı bir mazeret” olacaktır. Bu toplu eylemler, çalışanların ve sendika üyelerinin “çıkarlarını koruma” amacı taşıdığı için, sendikal örgütlerin geniş anlamda eylem ve etkinliklerini düzenleme hakkının da bir gereği olmuştur. “Çıkarları koruma” amacı, sadece sendika kurma hakkının değil, bir bütün oluşturan sendikal hakların da dayanağını oluşturmaktadır. Bu içtihatlar doğrultusunda, mazeret izni verme konusunda yetkili olan kamu yetkililerinin, üyesi olduğu sendikanın kararına uyarak bir toplu eyleme katılan kamu görevlilerin yasal sınırlar çerçevesinde mazeret izinli sayması veya yapılan eylemin sendikal faaliyet çerçevesinde ele alınması mümkündür[36].

b. Anayasa Mahkemesi Kararları

            Kamu görevlilerinin iş bırakma eylemlerinden kaynaklı uyuşmazlıklar, diğer iç hukuk yollarındaki hak kayıpları iddiası ile Anayasa Mahkemesi’nin önüne bireysel başvurular şeklinde  gelmiştir.

Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruya ilişkin Tayfun Cengiz Başvurusu’na ilişkin kararında, başvuranın üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediği için mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle hakkında verilen uyarma cezasının iptali talebini değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararında, AİHM’in yaptığı inceleme ile aynı sistemle değerlendirme yapmıştır. Bu doğrultuda, başvurana verilen disiplin cezasını sendika hakkına yönelik bir müdahale olarak kabul etmiştir. Söz konusu müdahalenin kanunilik ölçütünü 657 sayılı DMK’nın 26. maddesi ile 125. maddesinin karşıladığını belirten Mahkeme, sendika üyelerinin idarenin olağan uygulaması ile idari yargının yerleşmiş içtihatlarında sendikal faaliyet dahilinde göreve gelinmemesi halinde kişinin mazeret iznini kullandığının kabul edildiğine ve disiplin soruşturması açılmadığına değinmiştir.

Mahkeme son olarak, AİHM’in Kaya ve Seyhan/Türkiye ve Karaçay/Türkiye kararlarına da atıfta bulunarak, söz konusu uyarı cezası her ne kadar hafif bir ceza olsa da, “toplumsal bir ihtiyaç baskısına tekabül etmemesi” ve “demokratik bir toplumda gerekli olmadığı” sonucuna vararak, başvurucunun sendika hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir[37]. Ancak bu noktada ifade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi, her iş bırakma eylemini aynı kriterlerde ve ölçütlerde değerlendirmemektedir. Buna göre konu hakkında Anayasa Mahkemesi’nin Tayyip Akbudak kararına yakından baktığımızda, Mahkemenin önüne gelen Tayyip Akbudak bireysel başvurusunda Ankara Tren Garı terör saldırısı üzerine KESK, DİSK, TMMOB ve TTB yetkili kurulları saldırıyı takip eden üç gün yas ilan edilmesine ve 12-13/10/2015 tarihlerinde grev yapılmasına karar vermiştir.

KESK tarafından yapılan açıklamada bombalı saldırılar sonucunda bir katliam gerçekleştirildiği, onlarca üyelerinin yaşamını yitirdiği ifade edilmiş; yaşamını yitiren arkadaşlarını anmak, cenazelerini kaldırmak, faşist katliamı lanetlemek ve sorumluların açığa çıkarılmasını talep etmek için tüm ülke çapında grev yapılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Siirt Devlet Hastanesinde veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak çalışan başvurucu, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Siirt şube üyesidir. Başvurucu, üyesi olduğu Sendikanın bağlı olduğu KESK'in kararı doğrultusunda kararda belirtilen tarihlerde iki gün görevine gelmemiştir. İdare, iki gün mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle başvurucuya 1/30 aylıktan kesme cezası vermiştir.

Mahkemece, somut başvuruda da disiplin cezasının sebebini teşkil eden eylem ülkenin iç siyasetine ilişkin sosyo-politik unsurların ağırlıkta olduğu bir amaca yönelik olup eylemin konusunun sendikaların çekirdek faaliyet alanında kalmadığı görülmüş eylemin bu amacı ile iki gün iş bırakma şeklindeki niteliği dikkate alındığında yapılan müdahalede devletin takdir marjının daha geniş olduğu kabul edilmiş ve bu nedenle sendika üyelerinin ekonomik ve sosyal menfaatleriyle doğrudan ilgili olmayan ve politik yönü ağır basan bir amaçla işe gitmemek şeklinde bir eylemin yol açacağı sonuçlara devlet idaresinin ve toplumun katlanmasını gerektiren bir sebep bulunmadığı kanaatine ulaşmıştır[38]. Karardan da görüleceği üzere mahkeme, yapılan iş bırakma eyleminin niteliğini sorgulamış olup sendikal faaliyetle doğrudan ilgili olmaması sebebiyle başvurucuyu haklı bulmamıştır.

2. AİHM Kararları

            Konu hakkında bazı uyuşmazlıkların iç hukuk yollarının süzgecinden geçmesi sonucu, (mağdur) hak sahipleri, haklarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) aramışlardır.

Öncelikli olarak Karaçay/Türkiye Davası’na bakıldığında[39], başvurana 15 Ekim 2002 tarihinde, memur maaşlarına yapılan düşük zammı protesto etmek amacıyla KESK tarafından düzenlenen eyleme katıldığı gerekçesiyle aleyhinde disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvuran, 21 Ekim 2002 tarihinde yazılı savunmasını sunmuştur. Başvuran, İstanbul'da sel baskınlarının meydana gelmesi nedeniyle serviste görevlendirildiğini belirterek, 5 Eylül 2002 tarihinde düzenlenen eyleme katıldığını reddetmiştir. 24 Aralık 2002 tarihinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanun'nun 124/A bendi uyarınca başvuran, "uyarma" cezası ile cezalandırılmıştır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, polis tarafından düzenlenen tutanaklardan, yazılı ve görsel basından kendisinin KESK tarafından düzenlenen eyleme katıldığının tespit edildiğini belirtmiştir.

AİHM, söz konusu kararda iş yavaşlatma ve bırakma eylemine katıldığı gerekçesiyle, uyarı cezası verilmesinin hakka müdahale olduğunu ifade etmiştir. Başvurana verilen uyarı cezasının yasal dayanağının 657 sayılı DMK’nın 125/A hükmü olduğundan bahisle, bu müdahalenin yasal dayanağının bulunduğunu ifade etmiştir. AİHM, bu müdahalenin Sözleşme’nin 11. maddesinin ikinci paragrafı dahilinde meşru amaç güttüğünden şüphe duyulmadığını, ancak bu müdahalenin gerekli olup olmadığının tespitinin gerektiğini ifade etmiştir. Bu tespit kapsamında, AİHM başvurana verilen uyarı cezasının, her ne kadar “düşük” olsa da, kendisi gibi sendika üyesi kişilerin çıkarlarını savunmak amacıyla sendika üyelerinin grev ve eylemlere yasal olarak katılmamasına yönelik olarak caydırıcı bir müdahale niteliğine sahip olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak AİHM, başvurana verilen uyarı cezasının “demokratik bir toplumda gerekli olmadığı” ve Sözleşme’nin 11. maddesinin ihlal edildiği sonuçlarına varmıştır. Karaçay/Türkiye davası, grev hakkı konusunda AİHM’nin emsal niteliğinde bir kararı olup, bu hak ile ilgili diğer davalarda genelde bu kararındaki değerlendirmelerine atıf yapmıştır.

Karardan da görüleceği üzere AİHM sendikal haklara ilişkin davalarda, başvurularda çeşitli kriterlere göre inceleme yapmaktadır. Bu bağlamda, öncelikle başvuranın hakkına bir müdahale olup olmadığını ele almaktadır. Eğer bir müdahale var ise, bu müdahalenin meşruiyetini öncelikle yasal dayanağı noktasında incelemektedir. Yasal dayanağı olan müdahalenin meşru bir amaç içerip içermediğini de saptadıktan sonra, bu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliğini değerlendirme konusu yapmaktadır[40].

Satılmış ve Diğerleri/Türkiye Davası’nda, KESK, kamu sektöründe çalışan personele ilişkin kanunun Meclis gündemine taşınması nedeniyle 2 Mart 1998 tarihinde ulusal düzeyde bir eylem yapma kararı almıştır. 6 Mart 1998 tarihinde, o gün 7:00-15:00 saatleri arası ile 15:00-23:00 saatleri arası çalışan başvuranlardan iki grup, çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla iş yavaşlatma eylemi çerçevesinde üç saat süreyle görev yerlerini terk etmişlerdir. Bu eylem sırasında araçlar gişelerden para ödemeden geçmiştir.

AİHM, işbu olayda sözleşme düzenlemesi kapsamında grev hakkı tanındığı ve tanımı konularına girmeden, başvuranların üç saat süreyle iş yavaşlatma eylemlerinin “toplu eylem” olarak değerlendirilebileceğini ifade etmiştir[41]. Bu değerlendirme, “toplu eylem” ile grev kavramlarının nitelemeleri arasındaki farklılığın hangi ölçütlere tabi olacağının çözümlenmesini gerektirmektedir. Bu soruna ilişkin olarak Balcı, “Buradaki temel ölçü, kanuni grev için gerekli formalitelerin yerine getirilmiş olmasıdır. Bu formaliteler yerine getirilmişse, grevin süresinin kural olarak bir önemi yoksa da, uygulamada bir grevin birkaç saat gibi kısa süreli olması pek rastlanır bir durum değildir... Olayda iç hukukta kamu görevlilerinin grev yapmasına ilişkin bir düzenleme mevcut olmadığından kanuni formalitelere uyulmaksızın yapılmış bu kısa süreli iş bırakmanın grev değil, bir toplu eylem olarak nitelenmesi daha doğrudur” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur[42]. Bununla beraber, yazar, kısa süreli iş bırakma şeklindeki dava konusu eylemin, AİHM tarafından “iş yavaşlatma” olarak nitelendirilmesini eleştirmiştir. Nitekim iş yavaşlatmayı; işi görmekle beraber, çalışanların çalışmayı bırakmaksızın, çalışmalarını yavaşlatmak suretiyle verimlerini düşürmesi olarak tanımlayan yazar, dava konusu olayda iş terki söz konusu olduğunu ifade etmiştir[43]. AİHM, bu davada başvuruyu değerlendirmeden önce sendikal haklarla ilgili ilkelerden söz etmiştir. Mahkeme, Sözleşme düzenlemesinde yer alan “çıkarlarını korumak için” ifadesinin sendikanın toplu eylem yoluyla sendika üyelerinin meslek çıkarlarını savunma özgürlüğünün güvence altına alındığını belirtmiştir. Bununla beraber AİHM, grev yapma hakkının madde metninde açıkça ifade edilmemesine rağmen, bu hakkın en önemli sendikal haklardan biri olduğunu ifade etmiştir[44].

Urcan ve Diğerleri/Türkiye Davası’nda[45], öğretmen olan başvuranların tümü, Şahika Türkan hariç, Eğitim-Sen üyesidir. Eğitim-Sen Sendikası kamuda çalışan eğitimcilerin koşullarının iyileştirilmesi adına 1 Aralık 2000 tarihinde düzenlenecek bir günlük ulusal grevden yetkilileri haberdar etmiştir. Başvuranlar gösteriye katılıp iş yerlerine gitmemişlerdir. Belirtilmeyen bir tarihte Savcılık eski TCK’nın 236. maddesi gereğince görevlerini toplu halde terk eden başvuranlar hakkında kamu davası açmıştır. İzmir Karşıyaka Asliye Ceza Mahkemesi, 31 Ocak 2002 tarihli kararı ile, birçok sendikanın bir günlük ulusal grev kararı almış olduklarını tespit etmiş, başvuranların her birini üç ay on gün hapis ve 76.050.000 TL. para cezasına çarptırmış ve kamu hizmetinden üç ay süreyle uzaklaştırılmalarına hükmetmiştir. Mahkeme daha sonra hapis cezasını para cezasına çevirerek başvuranların her birini toplam 380.250.000 TL. para cezası ödemeye mahkum etmiştir. Mahkeme 647 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun 6/1 maddesine dayalı olarak cezanın infazının ertelenmesine karar vermiştir. Yargıtay, 2 Aralık 2003 tarihinde başvuranları 2 ay 15 gün kamu hizmetinden men eden Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararını onamış, sözkonusu karar mahkeme kalemine 31 Aralık 2003 tarihinde ulaşmıştır.

AİHM başvuranların bir günlük ulusal greve katılmaları sonucu adli para cezası verilmesinin, toplanma özgürlüğüne karşı bir müdahale oluşturduğunu tespit etmiştir. Mahkeme, bu para cezasının 756 sayılı TCK’nın 236. maddesi[46] uyarınca verildiği belirterek, müdahalenin yasal dayanağının bulunduğunu da ifade etmiştir. AİHM, meşru amaç hususunda söz konusu müdahalenin meşru bir amaç taşıdığından şüphe duyduğunu belirterek, gereklilik konusunda vardığı sonuca göre başvuruyu değerlendirmeye karar vermiştir. AİHM, başvuranların şiddet eylemlerinde bulunmadığı için yetkili makamların bu gibi barış yanlısı toplanmalara karşı hoşgörüyle yaklaşması gerektiğini ifade etmiştir. Başvuranlara uygulanan yaptırımlar, yasal olarak grev hakkını kullanmak isteyen sendika üyelerini ve diğer kişileri caydırma amacı güttüğü için, bu yaptırımların “demokratik bir toplum için gerekli olmadığı” sonucuna ulaşmıştır[47].

Demir ve Baykara/Türkiye Davası’nda[48], başvurucular Tüm Bel Sen sendikasının genel başkanı ve bu sendikanın bir üyesidir. 1990 yılında çeşitli belediyelerin memurları tarafından kurulan Tüm Bel Sen sendikası, üyelerinin istek ve dileklerini dile getirebilmek amacıyla demokratik sendikalaşmayı gerçekleştirmeyi amaç edinmiştir. 1993 tarihinde, Tüm Bel Sen ile bir belediye arasında, çalışanların ücret, ödenek ve sosyal hizmetleri dâhil söz konusu belediyedeki çalışma koşullarının tüm yönlerini kapsayan bir toplu iş sözleşmesi imzalanmıştır. Belediyenin toplu iş sözleşmesinden doğan, özellikle mali, yükümlülükleri yerine getirmediği iddiasıyla, sendika Türk hukuk mahkemelerine başvurmuştur. Asliye hukuk mahkemesi Tüm Bel Sen’i haklı bulmuştur. Mahkeme, kamu görevlileri tarafından kurulan sendikalara toplu iş sözleşmesi yapma hakkı tanıyan hükümlerin ulusal yasada yer almamasına rağmen, Türkiye’nin de altına imza attığı ve Anayasa’ya göre kanun hükmünde olan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler ışığında, bu eksikliğin kapatılabileceğine karar vermiştir. Ancak Yargıtay, Aralık 1995 tarihinde, yasada bu konuda özel bir hüküm bulunmamasından dolayı devlet memurlarının sendika kurmaları ve toplu iş görüşmesi hakkını kullanmalarının mümkün olmadığına karar vermiştir.

AİHM, belediye memuru olarak görev yapan başvuranların Sözleşme’nin 11. maddesinde yer alan güvencelerden yaralanıp yararlanmadıkları hususunda bir değerlendirme yapmıştır. Zira Sözleşme’nin 11/2 hükmü uyarınca devletin gerekli olduğunda “silahlı kuvvetler, polis veya devletin idare mekanizmasında görevli memurlar” söz konusu ise, yasal kısıtlamalar getirebileceği ortadadır. AİHM, söz konusu hüküm uyarınca sayılan üç gruba uygulanan kısıtlamaların dar yorumlanması ve dolayısıyla söz konusu hakların kullanılmasıyla sınırlı olması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme, bu kısıtlamaların örgütlenme hakkının özüne dokunmaması gerektiğini de eklemiştir. Mahkeme, bu kısıtlamaların meşruiyetinin ispatının devletin yükümlülüğünde olduğunu belirterek, devletin idare mekanizması ile alakası olmayan belediye memurlarına, kural olarak “devletin idare mekanizmasının görevlileri” olarak muamele edilemeyeceğini ve bu bağlamda örgütlenme ve sendika kurma haklarına bir kısıtlama yapılamayacağına karar vermiştir.

Enerji Yapı-Yol Sen/Türkiye Davası’nda[49], başvuran, tapu kadastro, enerji, altyapı hizmetleri ve yol yapımı konularında faaliyet gösteren bir memur sendikasıdır. 1992 yılında kurulan sendikanın merkezi Ankara’da bulunmaktadır. 13 Nisan 1996 tarihinde, Başbakanlık Personel Genel Müdürlüğü, 1996/21 sayılı bir genelge yayımlamıştır. Sözkonusu genelge, memurlara toplu sözleşme hakkı tanınması için Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu tarafından düzenlenen eylemlerden beş gün önce yayımlanmıştır. Başvuran sendikanın yönetim kurulu üyeleri Cevat Kaya, Ataman Zengin ve Cengiz Faydalı grevlere ve 18 Nisan 1996 tarihli basın açıklamalarına katılmışlardır. Sonuç olarak, söz konusu üyeler disiplin cezasına çarptırılmıştır. Başvuran, sözkonusu genelgenin iptali istemiyle Danıştay’a başvuruda bulunmuştur. 24 Eylül 1996 tarihinde, Danıştay, sözkonusu başvuruyu reddetmiştir. Danıştay, ihtilaflı genelgenin kamu görevlilerinin nasıl davranmaları gerektiği hakkındaki mevzuatın hatırlatılması ile ilgili olduğuna kanaat getirmiştir.

AİHM, işbu kararda, grev hakkı ile ilgili olarak “Bir sendikaya sesini duyurma imkanı sağlayan grev, sendika üyelerinin çıkarlarının korunmasında üyeler açısından önemli bir unsurdur. AİHM, ILO’nun denetim organları tarafından, grev hakkının, sendika özgürlüğü ve sendikalaşma hakkının korunmasına ilişkin ILO’nun 87 sayılı Sözleşmesi ile güvence altına alınan sendikal örgütlenme hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edildiğini kaydetmektedir. AİHM, Avrupa Sosyal Şartı’nın da grev hakkını, toplu görüşme hakkının etkin işleyişini sağlamaya yönelik bir yöntem olarak kabul ettiğini hatırlatmaktadır” şeklinde değerlendirme yapmıştır. AİHM bu değerlendirmenin ardından, başvuru konusu müdahalenin yasallığı hususunda, “yasa ile öngörülme” ifadesinin, öncelikle müdahalenin iç hukukta dayanağının olmasını gerektirdiğini belirtmiştir. Mahkeme, “yasa” kavramının şeklen değil, özü itibariyle algılanması gerektiğini ve yasa terimine yetkili merciler tarafından yasayla kendilerine verilen yetkiye dayanarak düzenlenen “yasalardan alt” düzeydeki metinleri de eklediğini ifade etmiştir. Dolayısıyla AİHM, müdahalenin dayanağı olan 1996/21 sayılı genelgenin yasal temel oluşturduğuna karar vermiştir.

AİHM, söz konusu genelgenin tüm memurlara mutlak şekilde grevi yasaklayan ifadeler içerdiğini belirterek, bu genelgenin Sözleşme’nin 11/2 hükmünde yer alan meşru amaçların gerekleri ile dengelenmediğini belirtmiştir. AİHM, bu genelgeye dayanılarak katılanların disiplin cezasına çarptırılmasının, hakka bir müdahale niteliğinde olduğunu da kabul etmiştir. Mahkeme, bu disiplin cezalarının üyelerinin çıkarlarını savunmak amacıyla greve katılmak isteyen sendika üyeleri ile diğer kişiler acısından “caydırıcı” nitelikte olduğu için, bu kısıtlamaların “demokratik bir toplumda gerekli olmadığı” sonucuna ulaşmıştır. AİHM, sonuç olarak bu genelgenin kabul edilmesinin ve uygulanmasının “zorlayıcı bir sosyal gereksinimi” karşılamadığı ve dolayısıyla Sözleşme’nin 11. maddesinde yer alan haklara orantısız bir müdahale oluştuğundan dolayı, maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir

Kaya ve Seyhan/Türkiye Davası’nda[50], olayların meydana geldiği dönemde, öğretmenlik yapan başvuranlar, Kesk’e bağlı bir sendika olan Eğitim-Sen’in üyesidir. 5 Ocak 2004 tarihinde, başvuranlara, 11 Aralık 2003 tarihinde görev yerine gelmedikleri için haklarında disiplin soruşturması açıldığı bildirilmiş ve bu konuda savunma layihalarını sunmaları istenmiştir. 6 Ocak 2004 tarihinde, başvuranlar savunmalarını sunmuş ve 11 Aralık 2003 tarihinde Kesk’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katıldıklarını belirtmiştir. Ulusal düzeyde önceden bildirilen bu eylem günü, yetkililer tarafından yasaklanmamıştır. 15 Ocak 2004 tarihinde, başvuranların her birine 657 sayılı Kanun’un 125. maddesi uyarınca disiplin cezası olarak bir « uyarı » verilmiştir. 19 Ocak 2004 tarihinde, Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde bu uyarılara itiraz eden başvuranlar, sözkonusu cezaların uluslararası anlaşmalara ve sendika hakkını koruyan ulusal mevzuata aykırı olduğunu belirtmiştir. 30 Ocak 2004 tarihinde, başvuranların itirazı 657 sayılı Kanun’un 136. maddesi uyarınca reddedilmiştir.

AİHM, başvuranlara bir günlük ulusal eyleme katılmalarından dolayı “uyarı” cezası verilmesinin dernek kurma ve toplantı özgürlüğüne bir müdahale oluşturduğunu belirtmiştir Mahkeme, bu uyarı cezasının 657 sayılı DMK’nın 125/A hükmü uyarınca verildiğini ifade ederek müdahalenin yasal bir temeli olduğunu kabul etmiştir. AİHM, Karaçay/Türkiye ve Enerji Yapı-Yol Sen/Türkiye kararlarına da atıfta bulunarak, dava konusu müdahalenin meşru bir amaç taşıdığından şüphe duyduğunu belirtmiş, bu müdahalenin gerekliliğini değerlendirmeye karar vermiştir. AİHM, bu davada da, söz konusu bir günlük eylemin bir gün önceden ulusal düzeyde bildirildiğini ve ilgili makamlarca yasaklanmadığını ifade ederek, bu eylemin barışçıl toplantı özgürlüğü hakkı kapsamında olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, verilen uyarı cezasının her ne kadar “çok küçük” olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek nitelik taşıdığını belirterek, bu cezaların “acil bir sosyal ihtiyaca” tekabül etmediğine ve dolayısıyla “demokratik bir toplumda gerekli olmadığına” karar vermiştir.

Değinilen kararlardan da anlaşılacağı üzere, dava konusu işlemlerde hak ihlali tespit edilmiş olmasının en yaygın sebebi, sendikal haklara yapmış olduğu müdahalelerin “demokratik bir toplumda gerekli olmadığı” gerekçesine dayanmasıdır. AİHM’nin, Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararlarda göz çarpan bir diğer husus, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası düzenlemelerin, henüz Türk hukukunda içselleştirilememiş ve uygulanabilir bir yargılama hukukunun henüz oluşmamış olmasıdır. AİHM içtihatlarının ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası düzenlemelerin, Türk hukukunda uygulanması gereken kurallar olarak kabul edilmesi, demokratik toplum düzenine uygun bir yargılama hukuku ve temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından önem arz etmektedir. AİHM’nin bu kararları, kamu görevlilerinin sendikalaşma istemlerinin somutlaştığı yıllardan beri, sendikaların üyelerinin ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla başvurduğu kısa süreli barışçıl toplu eylemlerin Sözleşme güvencesinde olduğunu yinelemesi açısından olumlu ve önemlidir. Zira bu bağlamda, bir sendikal hak olan toplu eylem hakkının içeriği somutlaştırılmıştır[51].

Değerlendirme

             657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 399 sayılı KHK uyarınca kamu görevlilerinin grev yapmaları yasaklanmıştır. Konu hakkında AİHM’in önüne gelen dosyalara baktığımızda AİHM’in kısa süreli iş bırakılmasının “toplu eylem” ve “demokratik hakkın kullanılması” şeklinde nitelendirmiş ancak eylemin “siyasi” saikle yapılmasını haklı bulmamıştır. AİHM’in kullandığı benzer ölçütler ve kavramların, gerek tarafı olduğumuz uluslarası normlara gerekse de AİHM kararlarına aykırı düşmemek adına Anayasa Mahkemesi ve Danıştay tarafından da kullanıldığı görülmektedir. Konu hakkında iç hukukumuzdaki yargı kararlarına baktığımızda gerek Danıştay’ın gerekse de Anayasa Mahkemesi’nin konu hakkındaki kararlarına baktığımızda söz konusu yargı organlarının kamu görevlisinin o gün işe gelmemesini kural olarak “mazaret izinli sayılması” şeklinde değerlendirmiş olup işin bırakılma eylemini idari hukuk anlamında disiplin yaptırımı ve ceza hukuku anlamında ise suç saymamıştır. Ancak istisnai olarak yargı organları haklı olarak kamu görevlisinin o gün işi “siyasi” saiklerle bırakmasını “haklı bir mazaret” olarak kabul etmediği görülmektedir.

KAYNAKÇA

Alpagut, Gülsevil: “Çalışma Yaşamına İlişkin Anayasal Değişikliklere Genel Bir Bakış”, Çimento İşveren Dergisi, Temmuz 2010, s. 8-25.

Aslantepe,Gülay: “Türkiye’de Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı ve ILO Sözleşmeleri”, Kaumu’da  Sosyal Politika Dergisi, Grevli‐ Toplu Sözleşmeli Kamu Sendikacılığı ve Çalışma Hayatı, Y. 3, S. 11,  Ankara, 2009/4.

Balcı, Şebnem Gökçeoğlu: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “Satılmış ve Diğerleri/Türkiye” Kararı, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2008/2, s. 219-235.

Baycık, Gaye: Sosyal Diyalog, Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkına İlişkin ILO ve AB Standartlarına Uyum Değerlendirmesi ve Öneriler, Çalışma Hayatında Sosyal Diyaloğun Geliştirilmesi Projesi, Ankara 2019.

Beyoğlu, Cem Ümit: “ Aihm Kararları Işığında Kamu Görevlilerinin Grev Hakkı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 135, 2018, s. 77-118.

Çelik, Aziz: “Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Gelişimi, Kapsamı Ve Türkiye’nin Uyum Süreci”, Sendikal Notlar Dergisi, Sayı: 25, 2005, s. 21-54. (Kısaltma: Avrupa Birliği)

Çelik, Aziz: “Türkiye’de 2000’li Yıllarda Grevler ve Grev Dışı Eylemler: Çalışma Hayatında “Pax Romana” mı?, IV, Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu, 2012, s. 107-131. (Kısaltma: Grev)

Ezer, Burcu: “Grev Hakkına İlişkin Sınırlama ve Yasaklar”, Seçkin Yayıncılık, İstanbul 2016.

Giritli, İsmet/Bilgen, Pertev/Akgüner, Tayfun: İdare Hukuku, Der Yayınları, İstanbul 2001.

Gözler, Kemal: İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, 8. Bası, Bursa, Eylül 2009.

Gülmez, Mesut: “Sendika Kararına Uyarak Toplu Eyleme Katılma, ‘Disiplin Suçu’ değil ‘Mazeret’tir – Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı Karar İncelemesi”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Pars Esin’in Anısına, Sayı:41, 2014, s. 191-203. (Kısaltma: Mazeret)

Gülmez, Mesut: “Sendikal Hakların Bölünmezliği: “Toplu Sözleşmesiz ve Grevsiz Sendika Özünden Yoksundur”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 3, 2010, s. 9-50. (Kısaltma: Sendikal Hak)

Gülmez, Mesut: Sendikal Haklarda Uluslararası Hukuka ve Avrupa Birliğine Uyum Sorunu, Belediye İş Sendikası, Ankara 2005. (Kısatlma: Uluslararası Hukuk)

Gülmez, Mesut: “Sendika Hakkı, Toplu Sözleşme ve Grevi de İçeren Toplu Eylem Haklarını Kapsar mı?”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı:3, 2008, s.137-169. (Kısaltma: Toplu Eylem)

Kanlıgöz, Cihan: 1982 Anayasasına Göre Kamu Görevlisi Kavramının Anlam ve Kapsamı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı:1, Cilt: 43, 1993, s.170-197.

Korkusuz, Refik: “Ülkemizde Kamu Görevlilerine Sendika Hakkı ve İçeriği”, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 12, 2009, s.105-123.

Kutal, Metin: “Uluslararası Çalışma Normları Karşısında Kamu Görevlilerinin Sendikal Örgütlenme Haklarına İlişkin Bazı Gözlemler”, Kamu-İş; C: 6, S: 4/2002,s.325-335.

Narmanlıoğlu,Ünal: İş Hukuku II Toplu İş İlişkileri, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınlar, İzmir 2001.

Sur, Melda: İş Hukuku Toplu İlişkiler, 7. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara 2017. (Kısaltma: İş Hukuku)

Sur, Melda: Grev Kavramı, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınlar, İzmir 1987. (Kısaltma: Grev)

Tuncay, Can: “Kamu Görevlilerinin Sendikalaşması ve Toplu Pazarlık Hakkı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi  Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s. 157-176.

Turan, Kamil: "Dünyada ve Türkiye'de Kamu Görevlileri Sendikalarının HukukiGelişmeleri",Kamu-İş Dergisi, C:4, S:4, Ocak 1999, s.1-14.

Tuna, Orhan/Kutal, Metin: Grev Hakkı, Başlıca Meseleleri ve Memleketimiz bakımından Tanzimi, Sermet Matbaası, İstanbul 1962.

Ünal, Emel: “ Türkiye’de Memurların Sendikal Hakları Çerçevesinde Grev Hakkı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2012.

 

[1] Kutal, Metin: “Uluslararası Çalışma Normları Karşısında Kamu Görevlilerinin Sendikal Örgütlenme Haklarına İlişkin Bazı Gözlemler”, Kamu-İş; C: 6, S: 4/2002,s. 329; Ünal, Emel: “ Türkiye’de Memurların Sendikal Hakları Çerçevesinde Grev Hakkı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2012, s. 3-13; Kamu görevlileri kavramı konusunda detaylı bilgi için bkz. Gözler, Kemal: İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, 8. Bası, Bursa, Eylül 2009, s. 614- 615; Kanlıgöz, Cihan: 1982 Anayasasına Göre Kamu Görevlisi Kavramının Anlam ve Kapsamı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı:1, Cilt: 43, 1993, s. 170.

[2] Korkusuz, Refik: “Ülkemizde Kamu Görevlilerine Sendika Hakkı ve İçeriği”, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 12, 2009, s. 107-108.

[3] Giritli, İsmet/Bilgen, Pertev/Akgüner, Tayfun: İdare Hukuku, Der Yayınları, İstanbul 2001, s.371.

[4] 657 sayılı DMK’nın 36/X. düzenlemesi “Yardımcı hizmetler sınıfı, kurumlarda her türlü yazı ve dosya dağıtmak ve toplamak, müracaat sahiplerini karşılamak ve yol göstermek; hizmet yerlerini temizleme, aydınlatma ve ısıtma işlerinde çalışmak veya basit iklim rasatlarını yapmak; ilaçlama yapmak veya yaptırmak veya tedavi kurumlarında hastaların ve hastanelerin temizliği ve basit bakımı ile ilgili hizmetleri yapmak veya kurumlarda koruma ve muhafaza hizmetleri gibi ana hizmetlere yardımcı mahiyetteki görevlerde her kurumun özel bünyesine göre ve yine bu mahiyette olmak üzere ihdasına lüzum gördüğü yardımcı hizmetleri ifa ile görevli bulunanlardan 4 üncü maddenin (D) bendinde tanımlananların dışında kalanları kapsar. Bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetlerden hizmet yerlerinin ve tedavi kurumlarının temizlenmesi, tesisatın bakım ve işletilmesi ve benzeri nitelikteki hizmetlerin üçüncü şahıslara ihale yoluyla gördürülmesi mümkündür” şeklindedir.

[5] Korkusuz, s. 108; Giritli/Bilgen/Akgüner, s. 405; Gözler, s. 625.

[6] 657 sayılı DMK’nın 4/B düzenlemesi “Kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileridir.” şeklindedir.

[7] Korkusuz, s. 108; Giritli/Bilgen /Akgüner, s.677; Beyoğlu, Cem Ümit: “ Aihm Kararları Işığında Kamu Görevlilerinin Grev Hakkı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 135, 2018, s.80.

[8] Korkusuz, s. 110.

[9] R.G. Tarih: 7.11.2012, Sayı: 28460.

[10] Türk Dil Kurumu resmi internet sitesi, (çevrimiçi), E.T. 15.11.2019.

[11] Sur, Melda: Grev Kavramı, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınlar, İzmir 1987, s. 7 vd.; Doktrindeki farklı “grev” tanımları için bkz. Narmanlıoğlu, Ünal: İş Hukuku II Toplu İş İlişkileri, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınlar, İzmir, 2001, s.  519; “Grev” kavramı konusunda detaylı bilgi için bkz.  Sur, Grev Kavramı, 1987, s. 7 vd.; Dünyada memurlara grev hakkının tanınan ülkelerin listesi için bkz. Tuncay, Can: “Kamu Görevlilerinin Sendikalaşması ve Toplu Pazarlık Hakkı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi  Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s.158-160.

[12] Yabancı doktrindeki farklı “grev” tanımları için bkz. Tuna, Orhan/Kutal, Metin: Grev Hakkı, Başlıca Meseleleri ve Memleketimiz bakımından Tanzimi, Sermet Matbaası, İstanbul 1962, s. 26-27.

[13] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Sur, Grev, s. 30-123; Tuna/Kutal, s. 27-34.

[14] Sur, Grev, s. 43-75.

[15] Beyoğlu, s. 82.

[16] Çelik, Aziz: “Türkiye’de 2000’li Yıllarda Grevler ve Grev Dışı Eylemler: Çalışma Hayatında “Pax Romana” mı?, IV, Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu, 2012, s.118.

[17] Gülmez, Mesut: “Sendikal Hakların Bölünmezliği: “Toplu Sözleşmesiz ve Grevsiz Sendika Özünden Yoksundur”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 3, 2010, s. 9; Yazarın aynı görüşte bir diğer çalışması için bkz. Gülmez, Mesut: “Sendika Hakkı, Toplu Sözleşme ve Grevi de İçeren Toplu Eylem Haklarını Kapsar mı?”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı:3, 2008, s.137-169; Beyoğlu, s. 82; Ünal, s. 152; Çelik, s. 118.

[18]Aslantepe,Gülay: “Türkiye’de Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı ve ILO Sözleşmeleri”, Kamu’da  Sosyal Politika Dergisi, Grevli‐ Toplu Sözleşmeli Kamu Sendikacılığı ve Çalışma Hayatı, Y. 3, S. 11,  Ankara, 2009/4, s. 20; Gülmez, Mesut: Sendikal Haklarda Uluslararası Hukuka ve Avrupa Birliğine Uyum Sorunu, Belediye İş Sendikası, Ankara 2005, s. 74-76.

[19] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Baycık, Gaye: Sosyal Diyalog, Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkına İlişkin ILO ve AB Standartlarına Uyum Değerlendirmesi ve Öneriler, Çalışma Hayatında Sosyal Diyaloğun Geliştirilmesi Projesi, Ankara 2019, s.15); ILO ile aynı yönde görüş ve düşünceler için bkz. Alpagut, Gülsevil; “Çalışma Yaşamına İlişkin Anayasal Değişikliklere Genel Bir Bakış”, Çimento İşveren Dergisi, Temmuz 2010, s. 8-25.

[20] Aslantepe, s. 25.

[21] Türkiye, 1961 tarihli Sosyal Şartı 18 Ekim 1961 tarihinde; Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı ise bazı madde/fıkralarına çekince koyarak 6 Ekim 2004 tarihinde imzalanmış ve 27 Haziran 2007 tarihinde onaylamıştır. Şartın yayınlandığı Resmi Gazete için bkz. RG.:9.4.2007, S:26488.

[22] Sur, Melda: İş Hukuku Toplu İlişkiler, 7. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara 2017, s. 234; Ünal, s. 155-156; Turan da bu noktada “Türkiye’de kamu görevlilerinin içinde bulundukları karmaşanın çözümlenmesi için her şeyden önce işçi-memur ayrımının yapılması gerekmektedir. Bu ayrım yapıldıktan sonra kamu gücünü kullanmayan işçiler, sendikaş, toplu iş sözleşmesi ve grev hakları ile donatılırken, memur ve kamu görevlilerinin statü hukukunun sağladığı haklar yanında sendikal ve toplu görüşme hakları ile yetinmeleri gerekecektir” şeklinde görüş bildirmiştir (Turan, Kamil: "Dünyada ve Türkiye'de Kamu Görevlileri Sendikalarının HukukiGelişmeleri",Kamu-İş Dergisi, C:4, S:4, Ocak 1999, s. 12-13).

[23] Raporlar konusunda detaylı bilgi için bkz. Çelik, Aziz: “Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Gelişimi, Kapsamı Ve Türkiye’nin Uyum Süreci”, Sendikal Notlar Dergisi, Sayı: 25, 2005, s. 21-54.

[24] Ünal, s. 155-156.

[25] Konu hakkındaki eleştiriler için bkz. Tuncay, s. 167.

[26] RG.:14.01.1970, S. 13409.

[27] RG.:29.1.1990, S.20417 (Mükerrer)

[28] Grev hakkına ilişkin sınırlamalar ve yasaklar konusunda detaylı bilgi için bkz. Ezer, Burcu: “Grev Hakkına İlişkin Sınırlama ve Yasaklar”, Seçkin Yayıncılık, İstanbul 2016, s. 110-154.

[29] Konu hakkında örnek karar için bkz. Danıştay 2. Daire, 24.10.2017 tarih ve E. 2016/12531, K. 2017/6473 sayılı karar (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası); Aynı konu, Kamu Denetçiliği Kurumu’nun da önüne gelmiştir. Konu hakkında örnek Kamu Denetçiliği Kurumu Kararı için bkz. “Şikâyet başvurucusu, Rize …. Aile Sağlığı Merkezinde aile hekimi olarak görev yaptığını, ….tarihinde yapılan mesai denetiminde görevinin başında olmadığı gerekçesiyle, Aile HekimliğiUygulama Kapsamında Sağlık Bakanlığınca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ile Sözleşme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe ekli Aile Hekimliği Uygulamasında Uygulanacak İhtar Puanı Cetvelinde belirtilen “İzinsiz işe gelmemek” hükmü uyarınca verilen 5 (Beş) ihtar Puanı cezası üzerine yaptığı itirazının Rize Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü tarafından süre nedeniyle reddi işleminin Anayasanın 36 ncı maddesi ile tanınan adil yargılanma hakkının ihlali anlamına geldiğini ifade ederek, hukuka ve idari usullere aykırı bir şekilde uygulanan disiplin cezası işleminin iptali ve …. tarihli ve .. sayılı itirazının süre nedeniyle reddi kararın bozulması yönünde tavsiye kararı verilmesini talep etmektedir.

Şikayet başvurucusuna verilen disiplin cezasının zamanaşımına uğraması ve sendikal özgürlükleri kısıtlayıcı mahiyette olması nedeniyle hukuka uygun olmadığından; işlem tarihi itibariyle bu işlemleri yapan sıralı amirlerin hatalı davrandıklarının kabul edilmesi ve yasal süre içerisinde Kurumumuza bildirmeleri, söz konusu hataların bundan böyle tekrarlanmaması için bu konuda soruşturmacı olarak görevlendirilecek kamu görevlilerine eğitim verilmesi ve gerekli önlemleri almaları konularında RİZE VALİLİĞİ'NE TAVSİYEDE BULUNULMASINA….” Kamu Denetçiliği Kurumu, Şikayet No: 2015/4493, Karar Tarihi: 25.02.2016 (https://www.ombudsman.gov.tr/contents/files/%C3%84%C2%B0zinsiz%20%C3%84%C2%B0%C3%85%C5%B8e%20Gelmedi%C3%84%C5%B8i%20Gerek%C3%83%C2%A7esiyle%20Verilen%20%C3%84%C2%B0htar%20Puan%C3%84%C2%B1%20Cezas%C3%84%C2%B1n%C3%84%C2%B1n%20%C3%84%C2%B0ptal%20Edilmesi%20Talebiyle%20%C3%84%C2%B0lgili%20Karar.pdf, E.T. 9.11.2019).

[30]Davacının 15-16.12.2009 tarihlerinde çeşitli kamu görevlileri sendikalarının kararı üzerine Türkiye genelinde düzenlenen iş bırakma eylemine katılması sebebiyle hakkında soruşturma açılmış, kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Kararın iptali istemiyle dava açılmıştır.Davacının eyleminin, demokratik bir tepkinin tezahürü amacıyla gerçekleştiği ve eylemin yapıldığı tarihte kendisi sendika üyesi olmasa da, sendikal faaliyet kapsamında katıldığı 1 gün iş bırakma eylemi sebebiyle göreve gelmemiş olmasının disiplin cezası ile cezalandırılması yoluna gidilmesi halinde yasalarla tanınan demokratik bir hakkın kullanımının caydırılmasına neden olunacağı dikkate alındığında, davacının kınama cezası ile tecziyesine dair davaya konu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” D.12.D., T.27.1.2016, E. 2012/10016, K. 2016/269 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

[31] AYM., “Ahmet PARMAKSIZ Bireysel Başvuru”, Başvuru No:2017/29263, Karar Tarihi : 22/5/2019, R.G. Tarih ve Sayı: 10/7/2019-30827.

[32]…657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesinde; özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak kamu görevlilerinin içinde bulunduğu mali sıkıntıların kısmen düzeltilmesi ve kamuoyunca bilinen bu sıkıntıları yine kamuoyuna anlatarak desteğinin sağlanması amacıyla 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eylemi nedeniyle 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırıldığı, bu işlemin iptali ile işlemden kaynaklanan zararların doğumundan itibaren işletilecek yasal faizi ile tazmini istemi ile bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90.maddesinin son fıkrasında; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği 11.maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan-Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının «acil bir sosyal ihtiyaca » tekâbül etmediği ve bu nedenle « demokratik bir toplumda gerekli » olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin 11. maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11.maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.
”DİDDK., T.22.5.2013, E. 2009/1063, K. 2013/1998 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

[33] Söz konusu kararın detaylı incelemesi için bkz. Gülmez, Mesut: “Sendika Kararına Uyarak Toplu Eyleme Katılma, ‘Disiplin Suçu’ Değil ‘Mazeret’tir Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı Karar İncelemesi, s. 191-204.

[34] Konu hakkında örnek karar için bkz. D. 12. D. , E: 2012/11297, K: 2015/4815 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası); D. 12. D., E: 2013/5972, K: 2013/9647, http://emsal.danistay.uyap.gov.tr/BilgiBankasiIstemciWeb/ , E.T: 10.11.2019.

[35]… davacının üyesi bulunduğu sendikanın ve sendikanın bağlı olduğu konfederasyonun aldığı kararlar uyarınca gerçekleşen göreve gelmeme eyleminin sendikal faaliyet kapsamında bir fiil olarak kabulü gerekeceğinden ve özürsüz olarak göreve gelmemek olarak değerlendirilemeyecek olan fiili nedeniyle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varıldığından …” D. 12. D., E: 2012/10829, K: 2016/345(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası); D. 12. D., E: 2012/11200, K: 2016/698(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası); D. 12. D., E: 2014/3866, K: 2016/1478 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası); D. 12. D., E: 2016/5722, K: 2016/5443, http://emsal.danistay. uyap.gov.tr/BilgiBankasiIstemciWeb/ , E.T: 20.11.2019.

[36] Konu hakkında örnek Danıştay kararı için bkz. “Aile hekimlerine ve ilgili durumlarda aile sağlığı elemanlarına verilen ihtar puanlarının anılan Yönetmelik ile belirlenen fiillere karşılık gelen yaptırımlar olması ve sözleşmenin feshine neden olduğu gözönüne alındığında, bunun disiplin yaptırımı niteliğinde bir işlem olması ve bu işlemin de Anayasal ve yasal düzenlemelerde disiplin yaptırımları için belirlenen ilke ve usullere uygun olarak tesis edilmesi gerekmektedir. Bu ise, adil yargılanma hakkının bir gereği olarak, tarafsız bir soruşturmacı tarafından yürütülecek, nesnel sonuçlara varılması için lehte ve aleyhte tüm delillerin toplanacağı, bunlar esas alınarak varılacak hukuki sonucun bildirilerek ilgili kamu personeline kendini savunması için olanak sağlanacağı bir soruşturma ile mümkün olabilecektir. Dosyanın incelenmesinden; ...de hemşire olarak görev yapan davacının, 14/02/2015 günü nöbetçi olduğu halde görev yerinde bulunmadığının tespit edilmesi üzerine İstanbul Valiliği, Halk Sağlığı Müdürlüğü' nün 15/04/2015 günlü, 59932 sayılı yazısı ile davacıdan savunmasının istenildiği ve savunmasınınyeterli görülmediği gerekçesiyle, Aile Hekimliği Uygulaması kapsamında Sağlık Bakanlığınca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ile Sözleşme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 14. Maddesi Ek-2'de yer alan "mevzuatla verilen diğer görevleri yapmamak" hükmü uyarınca (5) ihtar puanı verilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, usulüne uygun şekilde soruşturmacı tayini yoluyla davacının ihtar puanı verilmesini gerektirecek bir eylemde bulunup bulunmadığı araştırılarak, düzenlenecek soruşturma raporunda getirilecek teklife göre işlemin kurulması gerekirken, bu usule uyulmaksızın, davacının savunması alınmak suretiyle yazılı olarak ihtar edilmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka uyarlık, dava konusu işlemin iptali yolunda verilen Mahkeme kararında ise hüküm fıkrası itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir”D. 2.D., T.30.11.2017, E. 2016/12740, K.2017/7520, https://www.danistay.gov.tr/upload/guncelkarar/16_02_2018_014129.pdf, E.T. 27.10.2019; Bununla beraber, mazeret izni konusunda ki takdir yetkisinin, “sendika üyesi olmayan” kamu görevlileri ile üyesi olmadığı başka bir sendikanın kararına uyarak benzer eylemlere katılan kamu görevlileri için kullanılmasının mümkün olup olmadığı tartışmalıdır. Bu noktada, eşit işlem ve ayrımcılık gözetmeme ilkesi uyarınca, sendikasız veya başka bir sendikanın üyesi olan kamu görevlilerinin de mazeret izninden yararlandırılması daha uygun olacaktır. DİDDK’nın söz konusu kararında Anayasa’nın 90. Maddesi doğrultusunda iç hukuktaki düzenleme ile uluslararası düzenlemeler arasında çatışma olup olmadığının değerlendirilmemesi eleştiri konusu olmuştur. Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Gülmez, Mazaret, s. 199; “…Davacının üyesi bulunduğu sendikanın ve sendikanın bağlı olduğu konfederasyonun aldığı kararlar uyarınca gerçekleşen göreve gelmeme eyleminin sendikal faaliyet kapsamında bir fiil olarak kabulü gerekeceğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle tesis edilen dava konusu işlemde ve bu işleme karşı açılan davada uyuşmazlığın özünü oluşturan dava konusu disiplin cezasının hukuki denetimi yapılmaksızın, sendikanın ve konfederasyonun aldığı kararın denetimi yapılarak davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.” D.12.D., E: 2016/2488, K: 2016/5547; E: 2016/3992, K: 2016/5844, http://emsal.danistay.uyap.gov.tr/BilgiBankasiIstemciWeb/ , E.T.: 11.11.2019.

[37]… Gerek idarenin olağan uygulamasında ve gerekse de idari yargının yerleşmiş içtihatlarında başvuru konusu olayda olduğu gibi sendikal faaliyet çerçevesinde işe gelinmemesi halinde mazeret iznini kullandığı kabul edilmekte ve disiplinsoruşturması açılmamaktadır. Ne var ki sendika üyelerinin sendikal faaliyet kapsamında işe gelmemeleri halinde mazeret izinli sayılacakları yönündeki yerleşik hale gelen idari yargı içtihatlarına rağmen, idarenin ve yargının bir bütün olarak yeknesak hareket etmesini sağlayacak mevzuat düzenlemeleri bulunmamaktadır. Bu sebeple mevcut başvurudaki gibi durumlarda sendika hakkını kullanan kişilerin disiplin soruşturması tehdidi altında kaldıklarını not etmek gerekir.” AYM, Tayfun Cengiz Başvurusu, Karar Tarihi: 18.9.2014, par. 40-63, http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/kararlar/kbb.html , E.T.: 11.6.2017; Aynı yönde bir başka Anayasa Mahkemesi kararı için bkz. Yücel Yaşar Başvurusu, Başvuru Numarası: 2013/7199, Karar Tarihi: 25/3/2015R.G. Tarih- Sayı: 30/6/2015-29402.

[38] AYM., Tayyip Akbudak Başvurusu, Başvuru Numarası : 2018/5558 Karar Tarihi : 11/9/2019; Aynı yönde bir başka Anayasa Mahkemesi kararı için bkz.”… Sonuç olarak yukarıda yapılan açıklamalar da gözönüne alındığında mevcut başvuruda örgütlenme özgürlüğüne yönelik müdahalenin başvurucunun örgütlenme özgürlüğünü aşırı derecede sınırlamadığı ve kamu hizmetlerinin sürekliğini sağlamaya yönelik meşru amaç karşısında başvurucuya alt sınırdan verilen aylıktan kesme cezasının orantısız olmadığı kanaatine varılmıştır. Açıklanan gerekçelerle disiplin cezası verilmesi şeklinde yapılan müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğundan Anayasa’nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.” AYM., Ahmet Parmaksız Başvurusu. Karar künyesi için bkz. 30. dpn.

[39] 27 Mart 2007 tarihli Karaçay/Türkiye Davası, http://hudoc.echr.coe.int/ tur#{“itemid”:[“001-121653”]} , E.T.: 10.11.2019.

[40] Beyoğlu, s. 93.

[41] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Balcı, Şebnem Gökçeoğlu: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “Satılmış ve Diğerleri/Türkiye” Kararı, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2008/2, s. 219-235; Gülmez, Toplu Eylem, s.164.

[42] Balcı, s. 230-231.

[43] Balcı, s. 230-231.

[44] Beyoğlu, s. 94.

[45] 17 Temmuz 2008 tarihli Urcan ve Diğerleri/Türkiye Davası,http://hudoc.echr.coe.int/app/conversion/pdf?library=ECHR&id=001125661&filename=CASE%20OF%20URCAN%20v.%20TURKEY%20%20%5BTurkish%20Translation%5D%20summary%20by%20the%20Turkish%20Ministry%20of%20Foreign%20Affairs.pdf , E.T. 11.11.2019; Kararın detaylı incelemesi için bkz. Gülmez, Sendikal Hak, s. 35

[46] 765 sayılı (mülga) TCK’nın 236. maddesi: “Devlet memurlarından üç veya daha ziyade kimse evvelce aralarında vakı olan karar ve ittifaka binaen usul ve nizam hilafına memuriyetlerini terk ederlerse her biri otuz liradan yüz elli liraya kadar ağır cezayı nakdiye ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyete mahküm olurlar.  Bu hareketlerinden devletçe bir zarar hasıl olmuş ise zararın derecesine göre bunlardan her biri üç aydan beş seneye kadar hapis olunur.” şeklindedir.

[47] AİHM, toplanma özgürlüğü ve demokratik toplum ile ilgili olarak bu davada: “ … toplanma özgürlüğü demokratik bir toplumun temel değerlerinin bir parçasıdır. Demokrasinin esasında meselelerin halka açık olarak tartışılarak çözümlenmesi yeteneği bulunmaktadır. Şiddete teşvik etme ve/veya demokratik ilkelerin reddi söz konusu olmadığı sürece, toplanma ve ifade özgürlüğü çerçevesinde dilegetirilen bazı görüşler veya kullanılan ifadeler yetkili makamların gözünde kabul edilemez veya şok edici veya ileri sürülen talepler gayrımeşru olsalar dahi, ifade ve toplanma özgürlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik önleyici nitelikteki radikal tedbirler demokrasiye hizmet etmez, hatta tehlikeye düşürür. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir toplumda, yerleşik düzene karşı çıkan ve barışçı yöntemlerle hayata geçirilmesi savunulan siyasi düşüncelerin toplanma özgürlüğü veya başka yasal yollarla dile getirilebilmesine olanak tanınmalıdır.” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.

[48] 12 Kasım 2008 tarihli Demir ve Baykara/Türkiye Davası, par. 96-97, http://hudoc.echr.coe.int/tur#{“itemid”:[“001-89558”]} , E.T.: 10.11.2019.

[49] 21 Nisan 2009 tarihli Enerji Yapı Yol Sen/Türkiye Davası, https://hudoc.echr.coe.int/app/conversion/pdf?library=ECHR&id=001121153&filename=CASE%20OF%20ENERJI%20YAPIYOL%20SEN%20v.%20TURKEY%20%20%20[Turkish%20Translation]%20by%20the%20Turkish%20Ministry%20of%20Foreign%20Affairs.pdf, E.T. 11.11.2019; Kararın detaylı incelemesi için bkz. Gülmez, Sendikal Hak, s. 37-40; Gülmez, Toplu Eylem, s. 160-164.

[50] 15 Eylül 2009 tarihli Kaya ve Seyhan/Türkiye Davası, http://hudoc.echr.coe.int/ eng#{“appno”:[“33384/96”],”itemid”:[“001-67290”]} , E.T.: 10.11.2019

[51] Beyoğlu, s. 98.

Yorumlar

İletişime Geçin

İletişim Formu

Adresimiz

Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Konak Mah. Kemeraltı 3. Beyler Sok. Danış İş Hanı K. 4 No: 401 Konak/İzmir

Telefonumuz

0232 239 51 88

Mail Adresimiz

info@izmirlawyer.net