Your browser does not support SVG!

blog

İstihkak Davasında İspat

İstihkak Davasında İspat

A. Genel Olarak

İstihkak davasının taraflar arasındaki menfaatler dengesine en uygun şekilde sonuçlandırılabilmesi, bu dava için kabul edilecek ispat kurallarına bağlıdır. Buna göre alacaklı, istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişi ile borçlu arasındaki ilişkilere yabancıdır. Dolayısıyla alacaklı istihkak davasında ispat açısından korunmaz ise onun borçlu ile üçüncü kişi arasındaki hileli (muvazaalı) anlaşmaları ispat etmesi imkânsız olacak ve üçüncü kişilerin haklı menfaatlerini korumak için kabul edilmiş olan bu dava, kötüniyetli borçlular tarafından alacaklılardan mal kaçırmak için bir araç olarak kullanılabilecektir[1]. Buna göre, istihkak davasının çoğu kez borçlu ile anlaşan kötüniyetli üçüncü kişiler tarafından alacaklılara zarar vermek amacıyla açıldığını dikkate alan kanun koyucu, bu gibi hileli işlemlere karşı alacaklıları korumak amacıyla, bazı özel ispat hükümleri öngörmüştür[2]. Bu anlamda olmak üzere, istihkak davasında, ispat yükünün kime düşeceği, ispat yükü kendisine düşen kişinin bunun gereğini nasıl yerine getireceği (neleri, nasıl ispat edeceği) gibi hususlar düzenlendiği gibi; bu konuda alacaklı lehine bazı karinelere de yer verilmiştir[3].

B. İspat Yükü

İspat, istemin konusu ile ilgili hukuksal sonucu öngören hukuk normundaki olayların gerçekleştiği hakkında hakimde kanaat uyandırmak için girişilen bir inandırma eylemidir. Bir başka tanımlamayla hukuki anlamda ispat, bir iddianın veya vakıanın doğruluğu konusunda hakimi ikna etmeye yönelik bir faaliyettir[4].

Borçlunun elinde haczedilen mallar hakkında üçüncü kişi tarafından açılan istihkak davasında ispat yükü, davacı üçüncü kişiye düşer[5]. Söz konusu sonuca,  İcra ve İflas Kanunu’nun 97a maddesinin ikinci fıkrasını incelediğimizde ulaşmamız mümkündür. Madde, “istihkak davacısı malı ne suretle iktisap ettiğini ve borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükelleftir” şeklinde düzenlenmiş olup görüldüğü üzere, madde metninde “istihkak davacısı” denilmek suretiyle, ispat yükünün davacıya düştüğü açıkça belirtilmiştir.

Malın borçlunun elinde haczedilmesi durumunda davacı, istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişi olduğuna göre, bu ihtimalde ispat yükü, üçüncü kişiye, yani davacıya düşecektir. Bu açıdan bakıldığında burada, ispat yükünün kanunla belirlendiği hallerden birinin mevcut olduğu da söylenebilir. İspat yükünün davacıya ait olmasının diğer bir gerekçesi, yine m.97a hükmünde yer almaktadır. Şöyle ki, m.97a,I hükmüne göre, “bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır...Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer”. Burada, malın borçlunun elinde haczedilmesi ihtimalini incelediğimize göre, malı elinde bulunduran borçlu, onun maliki sayılacaktır[6]. Kanun koyucu burada borçlu ve dolayısıyla alacaklı lehine bir “adi kanuni karine” öngörmüştür. Bu karineden yararlanan davalı alacaklı, ispat yükü altında olmayacak (yani malın borçluya ait olduğunu ispat etmeyecek); aksine ispat yükü, istihkak iddiasında bulunup malın kendisine ait olduğunu iddia ederek istihkak davası açan davacı üçüncü kişiye düşecektir[7].

 

C. Karineler

1. İstihkak Davası Bakımından Kanunda Öngörülen Karineler

Yukarıda da belirttiğimiz üzere İcra ve İflas Kanunu’muzun m.97a/I hükmünde istihkak davası açısından, alacaklı lehine bazı karinelere yer verilmiştir. Gerçekten, istihkak davasında alacaklı, borçlu ile üçüncü kişi arasındaki ilişkilere yabancı olduğundan, onun, bu kişiler arasındaki ilişkileri bilebilmesi ve bunları ispat edebilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle kanun koyucu, borçlunun kötüniyetli üçüncü kişilerle anlaşıp hacizden mal kaçırmalarını önleyebilmek amacıyla, alacaklı lehine bazı karineler getirmiştir. İcra ve İflas Kanunu’muzun m.97a,I hükmünde, üç adet karineye yer verilmiştir[8]. Bu karineler şunlardır;

aa. “Bir Taşınır Malı Elinde Bulunduran Kimse Onun Maliki Sayılır”

İcra ve İflas Kanunu m.97a/I hükmünün birinci cümlesine göre, “bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır”. Burada, haczedilen malın borçlunun elinde bulunması ihtimalini incelediğimize göre, taşınır bir malı elinde bulunduran borçlu onun maliki sayılacak ve bunun sonucu olarak, alacaklı borçlunun elinde bulunan taşınır bir malı haczettirebilecek ve alacağının tahsili amacıyla paraya çevirtebilecektir.

Bir taşınır malı elinde bulunduran kimsenin onun maliki sayılır şeklindeki bu karine, karineye dayanan kimseyi ispat yükünden kurtarır[9]. Söz konusu karine borçlu ve dolayısıyla alacaklı lehine olduğundan, borçlunun elinde haczedilen taşınır bir mal üzerinde istihkak iddiasında bulunan davacı üçüncü kişinin bu karinenin aksini ispat etmesi, daha doğru bir ifadeyle, bu karineyi çürütmesi gerekir[10]. Zira söz konusu karine, aksi ispat edilebilen adi bir kanuni karine niteliğini taşımaktadır. Davacı üçüncü kişinin söz konusu karineyi nasıl çürütülebileceği ise İcra ve İflas Kanunu’nun m.97a,II hükmünde belirtilmiştir[11].

Öte yandan, bir taşınır malı elinde bulunduran kimsenin onun maliki sayılacağı hakkındaki karine (m.97a,I), trafik siciline tescil edilmiş araçlar bakımından uygulanamaz. Bir başka deyişle, taşınır bir mal niteliğini haiz olan aracı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılmaz. Çünkü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 3176 s. K. değişik 20’inci maddesinin “d” bendine göre, tescil edilmiş araçların her türlü satış ve devirleri noterlerce yapılır; noterlerce yapılmayan her türlü satış ve devirler geçersizdir. Dolayısıyla, bu nitelikte bir satış ve devre dayanmayan kimse aracı fiilen elinde bulundursa bile onun maliki sayılmaz[12]. Borçlunun elinde haczedilen bir araç (örneğin otomobil) trafik sicilinde başka bir kişi adına kayıtlı ise, mülkiyet karinesi, aracı elinde bulunduran borçlu ve dolayısıyla alacaklı lehine değil, araç trafik sicilinde adına kayıtlı olan kişi lehinedir. Buna göre, bir taşınır malı elinde bulunduran kişi onun maliki sayılır şeklindeki karine, burada borçlu ve dolayısıyla alacaklı lehine değil, araç trafik sicilinde kendi adına kayıtlı olan ve istihkak davası açan üçüncü kişi lehine olacağından, ispat yükü, davacı üçüncü kişiye değil, davalı alacaklıya düşecektir[13]. Bu durum, m.97a,I hükmünde belirtilen karineye bir istisna teşkil etmektedir[14]. Bu nedenle, davalı alacaklı söz konusu aracın borçluya ait olduğunu ancak noterde yapılmış bir satış ve devir sözleşmesi ile ispat edebilecektir. Buna karşılık, haczedilen araç trafik sicilinde borçlu adına kayıtlı ise, mülkiyet karinesi borçlu ve dolayısıyla alacaklı lehine olacağından, ispat yükü davacı üçüncü kişiye düşecek ve davacı üçüncü kişi (araç kendi elinde haczedilmiş olsa bile), söz konusu aracın kendisine ait olduğunu ancak noterde yapılmış bir satış ve devir sözleşmesi ile ispat edebilecek, eğer ispat edemezse, icra mahkemesi üçüncü kişinin açtığı istihkak davasının reddine karar verecektir[15].

bb. “Borçlu İle Üçüncü Kişilerin Taşınır Bir Malı Birlikte Ellerinde Bulundurmaları Halinde Malın Borçlunun Elinde Sayılır”

            İcra ve İflas Kanunu’nun istihkak davasına ilişkin olarak getirdiği ikinci karine ise “haczedilen malı borçlu ile üçüncü kişinin birlikte elde bulundurması halinde, malın borçlunun elinde sayılmasıdır”. Söz konusu karineye göre, malın birlikte elde bulundurulması halinde, mal borçlunun elinde sayılacağından, bunun sonucu olarak, mülkiyet karinesi de borçlu lehine olacak, yani borçlu o malın maliki sayılacaktır (m.97a,I)[16]. Bir başka deyişle, bu ihtimalde de, malın sadece borçlunu elinde bulunması halinde olduğu gibi, mülkiyet karinesi borçlu ve dolayısıyla alacaklı lehine konulmuştur. Mal borçlunun elinde haczedilmiş sayılacağından ve dolayısıyla mülkiyet karinesi borçlu lehine olduğundan, istihkak davası açma ve ispat külfeti davacı üçüncü kişiye, yani malı borçlu ile birlikte elde bulunduran kişiye düşecektir[17]. Bir başka deyişle, taşınır bir malı borçlu ile birlikte elinde bulunduran üçüncü kişi, borçlu lehine konulmuş olan bu karinenin aksini ispat etmek, yani karineyi çürütmek durumunda kalacaktır[18]. Zira, bu karine de aksi ispat edilebilen adi bir kanuni karine niteliğindedir. İstihkak davası açan üçüncü kişi, bu karineyi m.97a,II hükmünde belirtilen şekilde çürütebilecektir[19]. Yani, hem malı ne suretle iktisap ettiğini hem de malın borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebepleri ispat etmek zorunda kalacaktır[20]. Dolayısıyla, üçüncü kişi iddiasını ancak bu şekilde ispat edebilirse, karineyi çürütebilecek ve davayı kazanabilecektir (borçlu koca ile karısının birlikte ikamet ettikleri bir evde bulunan mallar borçlu koca elinde sayılıp haczedildiğinde, bu malların borçlu kocaya değil kendisine ait olduğu iddiasıyla istihkak davası açan kadın (üçüncü kişi), mülkiyet karinesinin aksini iddia ettiğinden, bu karineyi çürütmekle, yani malın kendisine ait olduğunu ve hangi hukuki ve fiili sebeple kocanın elinde bulunduğunu, ispat etmekle yükümlü olacak olması gibi)[21].

cc.”Birlikte Oturulan Yerlerdeki Mallardan Mahiyetleri İtibariyle Kadın, Erkek ve Çocuklara Aidiyetleri Açıkça Anlaşılanlar veya Örf ve Adet, Sanat, Meslek veya Meşgale İcabı Olanlar Bunların Sayılır”

Üçüncü karine, İcra ve İflas Kanunu m.97a,I cümle 3’de yer almakta olup “birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyetleri gereği kadın, erkek ve çocuklara aidiyetleri açıkça anlaşılanlar veya örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanlar bunların sayılır” şeklinde düzenlenmiştir. Maddeden de anlaşılacağı üzere taşınır bir malı borçlu ile üçüncü kişinin birlikte ellerinde bulundurmaları halinde, kural olarak mal borçlunun elinde sayılır. Fakat, kanun koyucu bu karineye, bir başka karine öngörmek suretiyle bir istisna getirmiştir. Yani, birlikte elde bulundurulan bir malın borçluya ait sayılmasına ilişkin karine, başka bir karine ile sınırlandırılmıştır.

İcra ve İflas Kanunu m.97a,I cümle 3’de öngörülen bu karinenin uygulanabilmesi bazı şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Karinenin uygulanabilmesi, istihkak davasına konu olan malın borçlu ile üçüncü kişinin birlikte oturdukları yerde bulunan bir mal olması ön şartına bağlıdır. Eğer, mal birlikte oturulan yerde bulunan bir mal değilse, esasen bu malı borçlu ile üçüncü kişinin birlikte elde bulundurmasından söz edilemez. Kanun koyucu, birlikte elde bulundurma halini burada birlikte oturulan yerde bulunan mallara hasretmiştir. Borçlu ile üçüncü kişi arasında birlikte oturma halinin bulunup bulunmadığını, her somut olayın özelliğine göre icra mahkemesi takdir edecektir[22]. Bu anlamda olmak üzere örneğin, karı-kocanın birlikte oturdukları bir evde (müşterek ikametgâhta) bulunan mallar, birlikte oturulan yerde bulunan mallardan sayılır. Dolayısıyla, karinenin söz konusu olabilmesi için, öncelikle, borçlu ile üçüncü kişinin birlikte oturması gerekmektedir. Birlikte oturmadan söz edilemeyen hallerde karinenin uygulanma kabiliyeti bulunmayacaktır[23].

İkinci olarak, birlikte oturulan yerde bulunan malların, karineye vücut verebilmesi için a) ya bu malın niteliği gereği kadın, erkek veya çocuklara aidiyetlerinin açıkça anlaşılması, b) ya da örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale gereği bu kişilere ait sayılması gerekir. Görüldüğü üzere burada iki ayrı faraziyeye yer verilmiş olup ön şartın gerçekleşmiş olması koşuluyla, “a” veya “b” şıklarında belirtilen ihtimallerden birinin gerçekleşmiş olması yeterlidir[24].

a) Kanunda öngörülen birinci faraziye bakımından belirtilmesi gereken iki önemli husus vardır. Öncelikle, birlikte oturulan yerlerde bulunan bir malın, kadın, erkek veya çocuklara ait sayılabilmesi bakımından malın niteliği önem taşımaktadır. Kanun, burada malın niteliğini esas almıştır. Buna göre, böyle bir malın söz konusu kişilere ait sayılabilmesi için, malın niteliğinin açıkça bu sonucu doğurması gerekir. Burada önemli olan husus, herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde malın niteliğinden bunun anlaşılabilmesidir. Çünkü, kanun bu durumu belirtmek amacıyla “açıkça” tabirine yer vermiştir. Eğer bu husus açıkça anlaşılamıyorsa bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılabilir[25]. Bu nedenle, malın niteliğinden açıkça anlaşılamıyorsa, birlikte oturulan yerlerde bulunan bir mal, belirtilen kişilere değil, borçlunun elinde ve dolayısıyla ona ait sayılacaktır. İkinci olarak, kanun, malın niteliği gereği kimlere ait sayılacağını da belirtmiştir. Yani kişi bakımından da bir sınırlamaya yer vermiştir. Buna göre, mal niteliği gereği açıkça kadın, erkek veya çocuklara ait ise bunların sayılacaktır. Kanaatimizce, malın kendisine ait sayılacağı kişiler kanunda tahdidi olarak belirtilmiştir. Bunların dışında kalan kişiler bakımından karinenin uygulanması söz konusu olamayacaktır[26].

Bu açıklamalardan sonra, niteliği gereği kadın, erkek veya çocuklara aidiyetleri açıkça anlaşılan malların neler olabileceğine de kısaca değinmek gerekir.

Bu anlamda olmak üzere, örneğin, borçlu kocanın karısı ile birlikte oturduğu bir evde bulunan bilezik, küpe, kolye gibi ziynet (veya takı) eşyalarının[27]; kürk manto gibi kadına ait giysilerin (elbiselerin)[28]; yine dikiş makinesi gibi[29] kadınlar tarafından kullanılan eşyaların, niteliği gereği kadına ait olduğu söylenebilir. Fakat örneğin, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrik süpürgesi, müzik seti, halı, kilim, koltuk, komidin, dolap, büfe gibi eşyaların niteliği gereği kadına ait olduğu söylenemez. Çünkü, bu eşyalar niteliği gereği kadına değil, evin ortak kullanımına tahsis edilmiş eşyalardır[30].

b) Kanunda öngörülen ikinci faraziye ise, birlikte oturulan yerlerde bulunan mallardan örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanların, bu kişilere (kadın, erkek veya çocuğa) ait sayılmasıdır.

Buna göre, eğer birlikte oturulan yerde bulunan bir malın, kadına, erkeğe veya çocuklara ait olduğuna ilişkin bir örf ve adet kuralı varsa, bu mal söz konusu kişilere ait sayılacaktır. Örf ve adet kurallarını, “bir toplumda sürekli tekrarlanma yolu ile yerleşmiş bulunan ve toplulukça uyulması zorunlu kabul edilen davranış kuralları” olarak tanımlamak mümkündür. Buna göre, örf ve adet niteliğindeki davranış biçimleri belli şartların gerçekleşmesi (ki bunlar, sürekli uygulanış ve genel inançtır) sonucu örf ve adet hukuku kuralı niteliğine dönüşürler. Örf adet kuralları, yöresel örf ve adet-yaygın örf ve adet; özel örf ve adet-genel örf ve adet; adi örf ve adet-ticari örf ve adet kuralları olmak üzere çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. İşte bu nitelikte bir örf ve adet kuralı malın yukarıda belirtilen kişilere ait olduğunu gösteriyorsa, mal o kişinin sayılır[31].

Örf ve adet gereğince bir eşyanın yukarıda belirtilen kişilere ait sayılması, uygulamada genellikle, evlenme ile kadının kocasının evine getirdiği eşyaları gösteren bir “çeyiz (cihaz) senedi” düzenlenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle, evlenme sırasında kadının kocasının evine getirdiği eşyaları belirtmek amacıyla düzenlenen çeyiz senedinde yer alan eşyaların, örf ve adet gereğince kadına ait olduğu kabul edilmektedir[32].

Birlikte oturulan yerlerdeki mallardan sanat, meslek ve meşgale icabı, kadına erkeğe ve çocuklara ait olanlar, bunların sayılır. Bu anlamda olmak üzere, az önce belirtilen kişiler resim, müzik, tiyatro ve sinema gibi belli bir sanatı icra ediyorlarsa, bu sanatı icra ederken kullandıkları şeyler bu kişilere ait sayılır[33].

Aynı şekilde, belli bir mesleğe sahip olan veya mesleki bir faaliyet niteliğinde olmamakla beraber, belli bir alanda meşgale sahibi olan, yani o işi kendisine uğraşı olarak seçen kişilerin, bu meslek veya meşgale gereği kendilerine ait olması gereken şeyler bunların sayılır. Örneğin, demir ticaretinin kadından çok erkeğe mahsus bir meşgale olması dolayısıyla bu işle ilgili malların erkeğe ait olduğunun kabulü gerekir[34]. Bu nedenle borçlu koca, dükkânındaki (ya da işyerindeki) bütün malları karısının üzerinde göstermek suretiyle mallarını hacizden kurtaramaz; dükkândaki malların kendisine ait olduğunu iddia eden borçlunun karısı, bu malların kocasına ait olduğu yolundaki karinenin aksini ispat etmekle yükümlü olacaktır (m.97a,II)[35]. Böylece, birlikte oturulan yerlerdeki mallardan niteliği gereği ya da örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanlar, kadın, erkek ve çocuklara ait sayılacaktır. Kanun burada, söz konusu kişiler lehine adi bir kanuni karine öngörmüştür. Fakat belirtmek gerekir ki, bu karine istihkak davasında yalnızca ispat yükünün kime ait olacağını belirlemeye yöneliktir[36]. Bir başka deyişle, birlikte oturulan yerde bulunan bir malın, örneğin borçlu kocanın borcundan dolayı haczedilmesi halinde, bu mal yine borçlunun elinde sayılacak, istihkak davası, bu malın niteliği gereği ya da örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı kendisine ait olduğunu iddia eden borçlunun karısı tarafından açılacaktır[37].

2. Karinelerin Çürütülmesi

İstihkak davası bakımından asıl önemli olan, karinelerin çürütülebilmesi için ispat edilmesi gereken olgulardır. Gerçekten acaba, istihkak davacısı neleri ispat etmek suretiyle karineleri çürütebilecek ve davayı kazanma olanağını elde edebilecektir?

 Kanun koyucu, istihkak davasında ispatın konusunu, yani davacının neleri ispat etmesi gerektiğini, İcra ve İflas Kanunu’nun m.97a,II hükmünde belirtmiş olup “istihkak davacısı malı ne suretle iktisap ettiğini ve borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükelleftir” şeklinde düzenlenmiştir.

Hükümden de anlaşılacağı üzere, davacının ispat etmesi gereken olgular, kanun tarafından açıkça belirlenmiştir. Bunun şu anlama gelecektir: İstihkak davacısı burada belirtilenleri ispat edemediği takdirde davayı kazanamayacağı gibi; hakim de söz konusu hususlar ispat edilmediği takdirde davanın ispatlandığını (sübuta erdiğini) kabul edemeyecektir. Aksi takdirde, kanuni ispat şartlarının gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir[38].

Kanun, m.97a,II hükmünde, davcının iki hususu ispat etmekle yükümlü olduğunu belirtmiştir:

a. davacı, malı ne suretle ispat ettiğini ispat edecek,

b. malın borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri gösterecek ve bunları ispat edecektir[39].

Burada ispat edilmesi gereken hususlar birbirinin alternatifi değildir. Yani, davacı bu iki hususu birden (birlikte) ispat etmek zorundadır[40]. Bir başka deyişle, davacının sadece dava konusu malın kendisine ait olduğunu ispat etmesi yeterli olmayacak, buna ilaveten, bu malın borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve olayları da ispat etmekle yükümlü olacaktır[41]. Yani, bu iki aşamalı ispat şartını yerine getirmek zorunda kalacaktır.

İşte bu birbirini tamamlayan şartlar yerine geldiği takdirdedir ki, kanun, malın borçlunun elinde bulunmasına rağmen mülkiyetin üçüncü kişiye ait olduğunu kabul edebilmekte; ispatını istediği unsurlardan birinin ispat edilememesi halinde, diğer unsurun ispatının, borçlu lehine elde bulundurma durumunun mülkiyet bakımından ifade ettiği karineyi çürütmeye yetmeyeceğini ve uyuşmazlığın malı elinde bulunduran borçlu (ve dolayısıyla alacaklı) lehine çözüleceğini kabul etmektedir[42].

 

[1] Aslan, s.398.

[2] "Bugün için denilebilir ki, cebri icranın selametle yürümesine engel olan faktörlerin başında istihkak davaları gelmektedir. Üçüncü şahıs çok defa borçlunun yardımını temin ederek istediği gibi delilleri ikame etmekte ve bu münasebetin dışında kalmış, yalnız görünüşe itibar etmiş olan alacaklı, üçüncü şahısla borçlu arasındaki türlü kombinezonlara nüfuz edememekten ve delil fıkdanı dolayısıyla ahvalin büyük ekseriyetinde haksız mevkiine düşmektedir. Bunun için görünüşe itimat ederek kendisini ona göre ayarlamış olan alacaklıları himaye edecek tarzda istihkak davalarının yeni esaslara bağlanması lüzumu bugünkü içtimai şartlarımızın kaçınılmaz bir icabı telakki edilmiştir. – Bu hususta alacaklı aleyhine vaki anlaşmaları bertaraf etmek için kanuni karineler kabul edilmiş, ancak bu karinelerin hilafını ispata da imkan verilmiştir...Bundan başka istihkak davacısı malı ne suretle iktisap ettiğini ve bunun borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki, fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve ispat etmekle yükümlü tutulmuştur. – İstihkak davalarının ispatı hususu bu şekilde tanzim edilmiş olmakla alacaklının durumu takviye edilip ve istihkak davalarında üçüncü şahısla borçlunun birleşmeleri suretiyle vaki suistimaller mümkün olduğu nispette önlenmek istenmiştir. Bununla beraber üçüncü şahsa hakkını ispat imkanı da tanınmış ve bu suretle menfaatlerde denge sağlanmıştır" (İcra ve İflas Kanunu’nda değişiklik yapan 538 sayılı Kanun’un, İİK m.97a ile ilgili Hükümet Tasarısı Gerekçesi).

[3] Aslan, s.398.

[4] Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 2. Baskı, Ankara 2014, s.381.

[5] Uyar, Talih; “ İstihkak Davalarında Kanıtlar (Karineler) (İİK m.97a)”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt:80, Sayı:2, 2006, s. 491; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293; Aynı yönde örnek Yargıtay kararları için bkz. 8. HD., T.23.2.2015, E. 2015/359, K. 2015/4829 (Kazancı İçtihat Bankası); 17. HD., T.16.9.2014, E. 2014/13496, K. 2014/11873 (Kazancı İçtihat Bankası).

[6]Görüldüğü gibi, elde bulundurma kavramının bir önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Zira, malı elinde bulunduran onun maliki sayıldığından, istihkak davasında ispat yükü kendisine değil, karşı tarafa (yani davacıya) düşmektedir. Dolayısıyla , elde bulundurma kavramı, istihkak davasında ispat yükünün yer değiştirmesi sonucunu doğuran bir fonksiyona da sahip olmaktadır. Nitekim Yargıtay bir kararında buna işaret etmiştir. "Uyuşmazlık konusu malların borçlunun ikametgahında haczedilmiş olması halinde ispat yükü istihkak iddiasında bulunana düşer. Bu malların, istihkak iddiasında bulunanın ikametgahında haczedilmesi halinde ise ispat yükü alacaklıya düşer. O halde, mahkemece malların haczedildiği yerin kime ait bulunduğu gereği gibi araştırılarak az önce açıklanan esaslara göre ispat yükünün tevcihi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi icabederken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır" HGK., T. 7.7.1976, E. 1976/ 12-195, K.1976/ 2480 (Kazancı İçtihat Bankası).

[7] Aslan, s.402; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[8] Uyar, Talih; “ İstihkak Davalarında Kanıtlar (Karineler) (İİK m.97a)” İstanbul Barosu Dergisi, Cilt:80, Sayı:2, 2006, s.492 vd.

[9] "Menkul hacizlerine karşı ileri sürülen istihkak davalarında hakiki zilyedin tesbiti beyine külfetinin hangi tarafa tevcih edeceği bakımından önemlidir. Eşyaların içinde haciz edildiği evin kime ait veya kimin kirasında olduğu istihkak müddeisi ile borçludan hangisinin diğeri nezdinde kaldığının tesbitine beyine külfetinin hangi tarafa yükleneceği bakımından tahkik ve tesbit edilmek gerekir" 15.HD., T. 7.2.1964, E.1964/1517, K.1964/ 1754 (Uyar, İstihkak Davaları, s.513-514).  

[10]Haciz sırasında borçlunun mahalde hazır olduğu, borçlu işyeri ve malların kendisine ait olmadığını söylemesine rağmen oğlunun tam tersini ifade ettiği durumda İİK'nun 97/a maddesindeki mülkiyet karinesinin borçlu lehine olduğu ve karine aksinin ispatlanmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi isabetli olmuştur.” 17. HD., T.10.2.2015, E. 2014/18579, K. 2015/2410 (Kazancı İçtihat Bankası).

[11] Aslan, s.408; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[12] "Davacı istihkak davasına konu edilen ve trafikte kayıtlı bulunan ...traktörü satın aldığını bildirerek bu davayı açmış ise de, delil olarak dayandığı... adi yazılı belge, 2918 sayılı Karayolları Trafik  Kanunu’nun 20/d maddesi uyarınca geçersiz olup, davacıya mülkiyet hakkı tanımaz..." 15. HD., T. 29.12.1992, E. 1992/ 5890, K.1992/ 6328 (Uyar, İstihkak Davaları, s.513-514).  

[13] Aslan, s.409; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[14] "Mahcuz araç, trafikte davacı adına kayıtlıdır... Mahcuz araç gerçekte menkul niteliğinde ise de 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 20/d maddesi hükmüne göre tescilli araçların devir ve noter aracılığıyla satımlarının yapılması aksi halde geçerli sonuç doğurmayacağı kabul edilmiştir. Bu suretle kara taşıt araçları için İİK’nun 97/a maddesine özel bir istisna getirilmiştir. Mahcuz aracın borçluya aidiyeti hususu resmi bir belgeye dayanmadığına ve davacının iddiası hukuken geçerli bir kayda dayanmış bulunmasına göre davanın kabulü gerekirken yazılı şekilde reddi usul ve kanuna aykırıdır" 15. HD 26.12.1990, E.1990/5053, K. 1990/ 5878 (Uyar, İstihkak Davaları, s.515-516).

[15] Aslan, s.410; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293; Aynı yönde örnek Yargıtay kararı için bkz. “2918 sayılı Kanunun 3176 sayılı Kanunla değişik 20/d maddesi gereğince motorlu araçların her türlü devri noterlerce düzenlenen satış senetleriyle mümkün bulunmaktadır. Dosyadaki belgelere göre, dava konusu araç trafikte borçlu adına kayıtlı olup onun mülkiyetinde sayılmak gerekir. 3. kişi geçerli bir devir senedi de ibraz etmemiştir. Bu durumda 3. kişinin istihkak iddiasının reddiyle davanın kabulüne karar verilmek gerekirken, aracın 3. kişi elinde haczedildiğinden bahisle, davanın reddi doğru olmadığından, hükmün bozulması gerekmiştir" 15. HD., T.6.2.1991, E.1991/5682, K.1991/455  (Uyar, İstihkak Davaları, s.537).

[16] Muşul, s.529; Aynı yönde örnek Yargıtay kararı için bkz. "24.7.1995 günündeki haciz dava dışı borçlu H… ile davacı üçüncü kişilerin birlikte oturdukları konutta yapılmıştır. Borçlu H… davacıların eşi ve babasıdır, icra takibinin dayanağını oluşturan senetteki borçlu adresi de haczin yapıldığı adrestir. Şu halde, mahcuz menkulleri davacı üçüncü kişilerle borçlu birlikte ellerinde bulundurmaktadırlar. İİK. nun 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesi uyarınca mahcuz eşyaların borçlunun elinde iken haczedildiği kabul edilmelidir. Davacıların dayanağı olan faturalar her zaman temini mümkün ve gerçek alıcılar adına düzenlenmesi zorunlu bulunmayan belgelerden olduğundan davalı alacaklıyı bağlamaz (HUMK m.299). Bu durumda, mülkiyet karinesinin aksi güçlü ve inandırıcı delillerle kanıtlanamadığından mercice davanın reddi yerine, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir" 15. HD., T.16.1.1996, E.1996/3, K. 1996/7 (E- Uyar Online Hukuk Yayıncılığı).

[17] Muşul, s.529; Aynı yönde örnek Yargıtay kararı için bkz. Dava; İİK'nun 96 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan 3.kişinin istihkak iddiasına ilişkindir. Dava konusu haciz, borçlu ve davacının birlikte oturdukları evde yapıldığı dosya içeriği ile sabittir. İİK'nın 97/a maddesi 2. cümlesi gereğince mülkiyet karinesi borçlu dolayısı ile davalı alacaklı yararınadır. Davacı 3. kişinin mülkiyet karinesinin aksini hertürlü delille ispatlaması olanaklıdır. Davacı 3.kişi ve borçlu hacizden üç ay önce evlenmiştir. Sabit gelir sahibi olduğu anlaşılan davacı, hacizli mallardan buzdolabı, çamaşır makinesi ve kurutma makinesi için evlilik öncesi kendisi ve annesi tarafından alınarak kendisine verildiğin ilişkin faturalar ve ödeme belgeleri sunmuştur. Sunulan faturaların hacizli ve bu ev eşyaları ile uyumlu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, haczedilen TV dışındaki diğer ev eşyaları yönünden karine aksini ispat ettiği ve böylece davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği halde davanın reddine karar verilmesi yasaya aykırıdır 17. HD., T. 15.4.2014, E. 2012/14728, K. 2014/5877 (Kazancı İçtihat Bankası).

[18] Aslan, s.411.

[19] Muşul, s.644.

[20] Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[21] Aslan, s.411; Aynı yönde örnek Yargıtay kararı için bkz. "...Toplanan kanıtlardan, davacı ile borçlu karı-koca olup birlikte oturduğu, ...nolu telefonun davacı adına kayıtlı olduğu saptanmıştır. İİK’nun 97/a maddesi hükmü gereği bir menkul malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır. Borçlu ile üçüncü şahısların menkul malı birlikte elinde bulundurmaları halinde dahi mal borçlu elinde addolunur. Burada mülkiyet karinesi borçlu, dolayısıyla alacaklı yararınadır. Ancak, davacının kendi adına kayıtlı olan telefonu bu evde bulundurması doğaldır ve davacı bu yönden yasal karinenin aksini ispatlamış durumdadır. Bu nedenle mahkemece telefon yönünden davanın kabulü gerekirken..." 21. HD., T. 1.7.1997, E.1997/4432, K.1997/ 468 (Kazancı İçtihat Bankası).

[22] Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293; Muşul, s.553; Aynı yönde örnek Yargıtay kararı için bkz. "Dava konusu ev eşyaları 17.10.2001 tarihinde davacı 3. kişi huzurunda haczedilmişse de, haciz adresi borçlu tarafından düzenlenen takip dayanağı bonoda gösterilen adres olup, davacı haciz sırasında borçlu kızıyla birlikte kaldığını beyan ederken bilahare misafir olarak kaldığı yönündeki beyanı ile dolaylı olarak birlikte kalındığını ikrar etmiştir. Nitekim borçlu adına.. abonelik sözleşmesi, borçlunun oğluna ait okul kayıtlarında sürekli adres olarak gösterilen borçlu adresi, haciz adresidir. Borçlunun evli ve bir çocuklu meslek sahibi bir insan olarak, sabit bir ikametgah adresinin bulunması gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık Merci’ce sosyal yaşamlarının hareketliliği gerekçe gösterilmek suretiyle (özellikle borçlunun sabit bir ikametgah adresinin gösterilmemesi dikkate alınmadan ) davacı annenin adresinin borçlu tarafından sadece iletişim adresi olarak kullanıldığı kabul edilmesi hayat deneyimlerine aykırıdır. Bu maddi ve hukuki olgular karşısında davacı 3. kişi ile borçlunun birlikte oturduğu sabit olduğundan İİK’nın 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesi borçlu dolayısıyla alacaklı yararınadır. Bu karinenin aksi güçlü ve inandırıcı delillerle kanıtlanmadığı anlaşılmakla davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi usul ve Yasa’ya aykırıdır" 21. HD., T. 17.3.2003, E.2003/ 816, K.2003/2115 (Kazancı İçtihat Bankası).

[23] Aslan, s.414.

[24] Aslan, s.414.

[25] "Dava hakediş istemine ilişkindir. Aydın 1. İcra Müdürlüğünün...sayılı dosyası içinde bulunan haciz tutanağında yazılı taşınırların kendisine ait olduğunu savlayan davacı, kanıtlarını sunmuştur. Ne var ki, mercice, bu kanıtlar yeterli bulunmamış ve dava reddedilmiştir. Oysa borçlunun eşi olan davacının birlikte oturduğu yerde haczin uygulandığı anlaşılmaktadır. İİK.mad. 97/a’da yer alan hüküm ise şöyledir: “Birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyeti itibariyle kadına aidiyeti açıkça anlaşılanlar bunun farz olunur. Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer”. Öyleyse...haciz tutanağında yazılı mallardan mahiyetleri itibariyle davacı kadına aidiyeti açıkça anlaşılanların hangileri olduğu uzman bilirkişi aracılığıyla saptanmalı ve böylece ortaya çıkacak sonuca göre bir karar verilmelidir..." 13. HD., T. 24.12.1981, E.1981/ 7835, K. 1981/ 8452 ( Uyar, İstihkak Davaları, s.704-705).

[26] Aslan, s.414; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[27] "...Haczedilen 19 adet altın ziynet eşya hakkındaki istihkak iddiasına gelince; İİY’nın 97/a maddesi gereğince birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyetleri itibariyle kadına aidiyetleri açıkça anlaşılanlar veya örf ve adet icabı kadına ait olması gerekenler, onun olduğu kabul edilir. Bu yasal karinenin aksini alacaklı ispat etmek zorundadır 15. HD., T. 11.10.1985, E.1985/2091, K.1985/ 3111 (Uyar, İstihkak Davaları, s.701-702).

[28] Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.298.

[29] 2. HD., T. 13.12.1963, E.1963/7371, K. 1963/ 6960 (Kazancı İçtihat Bankası).

[30] Uyar, Karine, s.501; Yargıtay’ın bu konudaki içtihatlarında bir tutarlılık olmadığı gözlenmektedir. Örneğin Yargıtay’ın halı, komidin, koltuk, dolap, büfe gibi eşyaların niteliği gereği kadına ait sayılması gerektiği yolundaki içtihadı isabetli değildir . Konu hakkında örnek Yargıtay kararı için bkz. HGK., T. 25.3.1970, E.1970/ 731, K.1970/ 142 (Kazancı İçtihat Bankası); Ayrıca, Yargıtay bazı içtihatlarında çamaşır makinasının ve elektrik süpürgesinin niteliği gereği kadına ait sayılması gerektiğine karar vermişken, bazı içtihatlarında ise, kanaatimizce de isabetli olarak, bunların niteliği gereği kadına ait eşyalardan sayılamayacağına hükmetmiştir. Konu hakkında örnek Yargıtay kararları için bkz. “Davacı, mahcuz eşyaları kendi geliriyle temin ettiğini ileri sürmüştür. Bu gelirini babasından kalan taşınmazdan ve çapa çalışmalarından elde ettiğini tanıklarla ispat etmiştir. Haczedilen eşyalar için ayrıca faturalar sunmuştur. Kaldı ki, çamaşır makinası kadına ait bir eşyadır. Mercice bu yönler gözetilmeden yazılı biçimde verilen karar bozulmalıdır" 13. HD., T. 17.11.1982, E.1982/ 6041, K.1982/ 6927 (Uyar, İstihkak Davaları, s.704); "Davaya konu mahcuz eşyalar karı-koca olan davacı 3. kişi ile borçlunun birlikte oturdukları evde haczedildiğinden, İİK’nun 97/a maddesi hükmünde öngörülen mülkiyet karinesi borçlu, dolayısıyla davalı alacaklı yararınadır. Bunun aksinin yine aynı madde gereğince davacı 3. kişi tarafından kanıtlanması gerekmekte ise de, davacı 3. kişi telefon dışında karinenin aksini yeterli ve inandırıcı şekilde kanıtlayamamıştır. Dinlenen davacı tanıklarının anlatımları yeterli ve hükme dayanak yapılacak nitelikte olmadığı gibi, her hangi bir mülkiyet belgesi de ibraz edilmemiştir. Çamaşır makinası ve elektrik süpürgesinin niteliği itibariyle kadına mahsus eşyalardan olmadığı Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir. Bu durumda mercice davanın; P...çamaşır makinesi ve R...marka elektrik süpürgesi yönünden de reddine karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirmeye dayanılarak bu mahcuzlar yönünden kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır" 21. HD., T. 4.4.2000, E.2000/ 2576, K. 2000/ 2637 (Kazancı İçtihat Bankası).

[31] Aslan, s.417; Muşul, s. 553; Aynı yönde örnek Yargıtay kararı için bkz. “Merciice her ne kadar davacının bir başka alacaklıya karşı açtığı F. İcra Tetkik Merciinin 2002/50 E ve 2002/81 karar sayılı istihkak davası gerekçe yapılmışsa da, Yargıtay denetiminden geçmeyen dosyanın eldeki dava yönünden kesin kanıt değeri yoktur. Öte yandan karar gerekçesinde yer alan " "Finike çevresindeki yerleşik örf ve adet  gereği ev eşyalarının tamamının kız tarafınca çeyiz olarak getirildiği" yolundaki düşünce hakimin kişisel görüşü olarak kalmış bu husus kanıtlanmamıştır. Davacı tanık deliline de dayanmamıştır. Bu durumda isbat edilemeyen davanın reddi yerine kabulü usul ve yasaya aykırıdır.” 21. HD., T. 23 12 2003, E.2003/9375, K.2003/10792 (Kazancı İçtihat Bankası).

[32]Tarafların evlenmeleri dolayısı ile verilen veya gönderilen hediyelerden, kadın tarafından kullanılması mutad olanlar kadının mülkiyetine geçer" (HGK., T. 10.5.1961, E. 1961/10, K.1961/ 24 (E- Uyar Online Hukuk Yayıncılığı); Aynı yönde örnek Yargıtay kararları için bkz. 21. HD., T.23.12.2003, E. 2003/9375, K. 2003/10792  (Kazancı İçtihat Bankası); 15. HD., T. 23.1.1984, E. 1983/210, K. 1984/111 (Kazancı İçtihat Bankası).

[33] Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293; Aynı yönde Yargıtay kararı için bkz. "Haczedilen şeyler borçlu kocanın sanatını icra ederken kullandığı bıçkı makinası, planya ve kalınlık tezgahı gibi araçlardan ibaret olup bunun atölyesinde iken haczedilmiştir. Ev kadını olan davacıya, bu makinaların koca tarafından bağışlanmasını gerektirir makul ve mantıki sebeplerin varlığı ispat edilmiş değildir. Olayların seyri bu işlemin alacaklıların takibinden mal kaçırmak amacıyla yapıldığı kanısını vermektedir. –Zilyetlik, menkul mallarda mülkiyet karinesidir. Hilafını ispat bunu iddia edene düşer. Davacı, malı ne suretle iktisap ettiğini ispat ettikten mada borçlunun elinde bulunmasını gerektiren sebep ve hadiseleri de göstermek ve ispat etmek mecburiyetindedir (Mad. 97a)" HGK., T.24.3.1969, E. 1969/ 3129, K.1969/ 3187 (Kazancı İçtihat Bankası); Somut olayda 30.5.2002 tarihli haciz tutanağında yazılı dikiş makinası örf ve gelenek gereği kadına ait eşyalardan olması nedeniyle bu hacizli mal yönünden istihkak davasının kabulü gerekirken davanın tümünün reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir” 21. HD., T. 1.3.2004, E. 2003/11418, K. 2004/1734 (Kazancı İçtihat Bankası).

[34] "…Demir ticareti, kadından ziyade erkeğe mahsus bir meşgaledir" 15. HD., T. 7.10.1991, E.1991/4015, K.1991/4572 (Uyar, Karine, s.494).

[35] Aslan, s.419.

[36] Muşul, s.649; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[37] Aslan, s.419; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293.

[38] Aslan, s.421.

[39] Aslan, s.422; Kuru/Arslan/ Yılmaz, s.293; Yargıtay, üçüncü kişi tarafından delil olarak ibraz edilen adi yazılı kira sözleşmesi ile her zaman düzenlenmesi olanaklı faturalar, vergi levhası, telefon faturası gibi belgelerin, yasal karinenin aksini ispata yeterli olmadığı ve mülkiyeti kanıtlayacak nitelikte olmadığı yönünde karar vermektedir. Örnek karar için bkz. HGK., T.26.3.2014, E. 2013/17-580, K. 2014/393 (Kazancı İçtihat Bankası).

[40] Nitekim bunu İİK m.97a,II hükmünün lafzından, yani metinde kullanılan “ve” bağlacından anlamak mümkündür.  

[41] "Davacı, …’ın davalıya borcu nedeni ile minibüsünün haczedildiğini bildirerek istihkak davası açmıştır. Dava konusu taşıt, üçüncü kişi…’ın elinde haczedilmiş ve bu kişi taşıtı “bir başka kişi…’den satın aldığını ileri sürmüştür. Bu durumda, davacı İİK’ nun 97/a maddesi gereğince ilkin, “malı ne suretle iktisap ettiğini” ikinci olarak da “…’ın elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükellef” tutulmalıdır. Mercice, davacının ilk aşamayı ispatlaması yeterli sayılarak, dava kabul edilmiştir. Öyleyse, davacıya ikinci evreyi de ispata olanak tanınarak doğacak duruma göre bir karar verilmelidir" 13. HD., T. 22.2.1982, E.1982/846, K.1982/ 1106 (Uyar, İstihkak Davaları, s.732-733); "Mal borçlu R…’nin elinde iken haczedilmiş, R…’nin oğlu F… istihkak iddiasında bulunmuştur. R… üçüncü kişi sayılamayacağına göre, İİK’nun 97a maddesi uyarınca menkul malı elinde bulunduran kişi olarak onun maliki sayılır. Bu durumda istihkak davacısının (F…’nin) sadece mahcuz malı ne suretle iktisap ettiğini açıklaması yeterli bulunmayıp, borçlu elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebepleri de göstermek ve ispat etmekle yükümlüdür" HGK., T. 11.4.1984, E.1984/12-618, K.1984/413 (Kazancı İçtihat Bankası).

[42] Aslan, s.422.

Yorumlar

İletişime Geçin

İletişim Formu

Adresimiz

Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Konak Mah. Kemeraltı 3. Beyler Sok. Danış İş Hanı K. 4 No: 401 Konak/İzmir

Telefonumuz

0232 239 51 88

Mail Adresimiz

info@izmirlawyer.net